e-ISSN 1302-7476
Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dergisi - EÜ Dişhek Fak Derg: 27 (2)
Cilt: 27  Sayı: 2 - 2006
1.
Sınıf II Maloklüzyonların Tedavisinde Molar Distalizasyonu
Correction of Class II Malocclusion with Different Molar Distalization Methods
Ahu Güngör Acar
Sayfalar 97 - 105
En sık rastlanılan ortodontik anomali olmaları sebebiyle sınıf II malokluzyonların tanı ve tedavileri, ortodontide güncelliğini hiç yitirmeyen araştırma konusu olmuş, bu nedenle sınıf II tedavilerinde pek çok yeni teknik geliştirilmiş ve konuyla ilgili pek çok çalışma yapılmıştır. Ortodontik tedavide amaç sadece dişleri düzgün sıralamak değil, aynı zamanda çevre dokularla uyumlu, fonksiyonel ve stabil bir okluzyon sağlamak, iyi bir çiğneme, konuşma, solunum fonksiyonu oluşturmak ve fasiyal estetiği daha iyiye doğru yönlendirmektir. Sınıf II malokluzyonlarda molar ilişkisini düzeltmek için yaygın olarak kullanılan tedavi modeli distalizasyon mekaniğidir. Bu tip mekanoterapi iskeletsel ve/veya dentoalveoler maksiller protruzyona sahip hastalarda kullanılmaktadır. Maksiller dental arkta sınıf II molar ilişkisini düzeltmek için molar dişlerin distalize edilebilmeleri amacıyla çok çeşitli yöntemler geliştirilmiştir. Bu derlemenin amacı; sınıf II maloklüzyonlarda kullanılan tedavi tekniklerini tanıtmak, her bir tekniği avantaj ve dezavantajlarıyla, karşılaştırmalı olarak incelemektir.
A number of appliance systems, both fixed and removable, have been advocated for the correction of malocclusions that are characterized by sagittal discrepancies between the dental arches and/or their bony bases. The most frequently occurring sagittal malocclusion is the Class II type, for which a wide variety of treatment modalities have been developed. The aims of orthodontic treatment are to maintain a stable functional occlusion, to build a good chewing, speaking and respiratory function and to achieve best facial aesthetic. One possibility for treatment of class 2 malocclusion is to distalize the maxillary first molars and to create space in the buccal segments for retraction of cuspids and anterior teeth. Conventionally, extraoral traction has been used successfully for the correction of Class II malocclusion by distalizing the maxillary molars. In recent years, intraoral techniques have been found to be successful for maxillary molar distalization. The purpose of this review was to introduce and compare molar distalization techniques.

2.
Temporomandibular Eklem Rahatsızlıklarının Tanısında Kullanılan Radyolojik Yöntemler ve Manyetik Rezonans Görüntüleme Değerlendirme Kriterleri: Derleme Çalışması
Radiologic Methods Using in the Diagnosing of Temporomandibular Disorders and Evaluation Criteria of Magnetic Resonance Imaging: Literature Review
Gülay Coşkun Akar, Gülay Coşkun Akar, Kutsi Köseoğlu
Sayfalar 107 - 116
Günümüzde temporomandibular eklem rahatsızlığı yakınması olan kişilerin sayısı artmaktadır. Rahatsızlıkla ilgili kesin tanının konulabilmesi için detaylı klinik inceleme ve değerlendirme ile birlikte radyolojik tetkilere de gereksinim duyulmakta, bu amaçla birçok radyolojik görüntüleme yönteminden yararlanılmaktadır. Bu derleme çalışmasında, temporomandibular eklem sert ve yumuşak dokularının görüntülenmesinde kullanılan yöntemler özetlendi. Eklem diski şekli ve konumunun belirlenmesinde altın standart olarak kabul edilen manyetik rezonans görüntülemenin olumlu ve olumsuz tarafları belirtilerek, eklem içi düzensizliğin evrelenmesi, diskin konumu ve şeklinin değerlendirilmesi amacıyla çeşitli araştırmacıların yaptığı sınıflamaların gözden geçirilmesi amaçlandı.
Today, the number of people with temporomandibular disorders complaints is increasing. For accurate diagnosis, radiological analyse is needed together with clinical examination and evaluation; for this purpose, several radiological imaging techniques are being used. In this literature review, the methods used in imaging of hard and soft tissues of the temporomandibular joint are summarized. The positive and negative aspects of magnetic resonance imaging; which has been deemed as the ‘golden standart’ for the determination of the shape and location of the articular disc were stated and the classifications for the grading of the intraarticular disorders, the location of the disc and evaluation of its shape made by several authours were aimed to be reviewed.

3.
Işık Kaynakları, Polimerizasyon ve Klinik Uygulamalar
Curing Units, Polymerisation and Clinical Application
Özden Özel Bektaş, Şeyda Hergüner Siso, Diğdem Eren
Sayfalar 117 - 124
Işıkla polimerize olan kompozit rezinlerin klinik performanslarını kullanılan ışık kaynağının özelliği etkilemektedir. Piyasada bulunan ışık kaynakları spektrumları ve ışık yoğunlukları açısından çeşitlilik gösterirler. Işık kaynakları teknolojisi geleneksel halojen ışıklardan daha karmaşık sistemlere (lazerler, plazma ark ve LED ışık kaynakları) kadar uzanır. Bu derlemenin amacı dişhekimliğinde kullanılan ışık kaynakları ve özelliklerini daha önce yapılmış çalışmalar ışığında incelemektir.
Clinical performance of light-curing composite restorations is greatly influenced by the quality of the curing light. Curing lights on the market vary in their spectral emission and power density. The technology utilized for curing lights range from conventional halogen bulbs to more complicated systems such as: lasers, plasma arc and LED units. The aim of this review was to examine the different curing units used in dental practice and their properties.

4.
Epstein-Barr Virüsün Oral Hastalıklarla İlişkisi ve Dişhekimliği Açısından Önemi
The Relation of Epstein-Barr Virus with Oral Disease and it’s Importance in Dentistry
Senem DENİZCİ, Dilek UĞAR ÇANKAL
Sayfalar 125 - 133
Epstein-Barr virüsü, dünyanın her yerinde bulunan ve çoğu insanı yaşamlarının herhangi bir döneminde enfekte eden insan virüslerinden herpes virüs ailesinin bir üyesidir. Virüs ile ilişkili enfeksiyon çocukluk döneminde yaygın olarak subklinik gözlenmekte, genç erişkinlik döneminde ise enfeksiyöz mononükleozise neden olmaktadır. Virüsün uzun dönem enfeksiyonları ise nazofarinks karsinomu ve Burkitt lenfoma gibi çeşitli tümörler ile ilişkilidir. Bu derlemenin amacı, virüs ile ilişkili hastalıkları değerlendirmek ve dişhekimliği pratiğinde kişisel kontaminasyon ve çapraz enfeksiyon riski nedeniyle virüse dikkat çekmektir.
Epstein-Barr virus is a member of the herpes virus family of human viruses that occurs world- wide and infects most people at some point in their lives. Infection with Epstein-Barr virus in childhood is generally asymptomatic, but in early adulthood, it causes infectious mononucleosis and its long term infection is associated with variety of tumors including nasopharyngeal carcinoma and Burkitt lymphoma. The aim of this review is to utilize the EBV related diseases and to attract attention to EBV due to its personal contamination and crosswise infection risk in dental practice.

5.
Sabit Ortodontik Tedavi Gören Hastalarda Ağız Hijyeninin Sağlanması ve Diş Çürüklerinin Önlenmesi
Maintanence of Oral Hygiene and Prevention of Dental Caries in Patients Undergoing Fixed Orthodontic Therapy
Senem Selvi Kuvvetli, Nüket Sandallı
Sayfalar 135 - 144
Diş minesinin demineralizasyonu sabit ortodontik tedavinin sık görülen bir komplikasyonu olarak bilinmektedir. Araştırmalar sabit ortodontik aygıtların yapıştırılmasından sonra ağızda çürüğe neden olan mutans streptokokları ve çürüklerin ilerlemesini sağlayan laktobasillerin sayısında bir artış olduğunu göstermektedir. Sabit ortodontik tedavi gören bireylerin diş çürüğü ve periodontal hastalıklar konusunda yüksek risk grubunda yer aldığı kabul edilmekte ve bu bireylerin ağız hijyeninin iyileştirilmesinde özel olarak tasarlanmış braketlerin çevresinde temizliği sağlayabilen fırçalar, arayüz fırçaları, elektrikli diş fırçaları, ultrasonik fırçalar ve tellerin arasından geçebilen diş iplerinin kullanımı önerilmektedir. Ağızda diş çürüklerine ve periodontal hastalıklara neden olan patojenlerin etkisinin azaltılmasında ksilitol içeren ürünler, florür preparatları ve klorheksidinin kullanımı önerilmektedir. Bu problemin etiyolojisi ile ilgili olarak bilinenlerin ışığında uygulanabilecek en etkili koruyucu yaklaşım, sırası ile hastaların tedavi öncesinde risk durumunun değerlendirilmesi, ağız hijyeninin iyileştirilmesi, tükürük florür düzeylerinin düşük de olsa belli bir seviyede düzenli olarak kalmasının sağlanması, antimikrobiyal ajanların kullanımı ile ağızdaki mikroorganizma sayısının azaltılması ve beslenmenin kontrolü biçiminde olmalıdır.
Enamel demineralization is a common complication of fixed orthodontic therapy. Studies have shown an increased proliferation of mutans streptococci and lactobacilli in patients undergoing fixed appliance therapy. Orthodontic patients are accepted as high risk individuals for dental caries and periodontal diseases and in order to maintain a good oral hygiene; usage of electric, manual and ultrasonic toothbrushes, interdental toothbrushes and dental floss and orthodontic toothbrushes is suggested. Also xylitol, fluoride applications and chlorhexidine are used to decrease the level of pathogens causing dental caries and periodontal diseases. Depending on the well known etiology of this specific problem, the most effective preventive approach should be risk assesment for the individual patient, improvement of oral hygiene, the continuous provision of low level of fluoride in saliva, application of antimicrobial agents and dietary counseling.

6.
Titanyum Tetraflorür Uygulaması Farklı Adeziv Sistemlerin Mine ve Dentindeki Bağlanma Direncini Değiştirir mi?
Does the Application of Titanium Tetrafloride Alter the Shear Bond Strength of Different Adhesive Systems to Enamel and Dentin?
Hüseyin Tezel, Zeynep Ergücü, Esra Uzer Çelik
Sayfalar 145 - 152
Amaç: Titanyum tetraflorür uygulamasının asitli ve kendinden asitli adezivlerin mine ve dentine bağlanma direnci üzerine etkisini incelemektir.
Yöntem: Otuz beş adet çekilmiş molar dişten elde edilen yetmiş örnek silikon karbon kâğıtları ile su soğutması altında zımparalandı. Mine örnekleri altı gruba ayrıldı: I- TiF4 + Asit + SE Bond, II- Asit + SE Bond, III- TiF4 + SE Bond, IV- SE Bond, V- TiF4 +Optibond, VI-Optibond. Dentin örnekleri ise dört gruba ayrıldı: I- TiF4 + SE Bond, II- SE Bond, III- TiF4 + Optibond, IV- Optibond. %1’lik TiF4 ve bağlayıcı ajan uygulamasının ardından kompozit rezin örneklerin yüzeyine yerleştirildi. Örnekler bağlanma direnci testine maruz bırakıldı.
Bulgular: Mine dokusuna TiF4 uygulaması, asitsiz uygulanan SE Bond’un bağlanma direncini azalttı (p<0,05). Dentine uygulanan TiF4’ün SE Bond ve Optibond’un bağlanma direncini olumsuz etkilemediği gözlendi (p>0,05).
Sonuç: TiF4 uygulamasının minede asitli sistemlerin, dentinde hem asitli, hem de kendinden asitli sistemlerin bağlanma direncini olumsuz etkilemediği belirlendi.
Objective: To investigate the effects of the application of 1% TiF4 solution on the shear bond strength of total-etch and selfetching adhesives to the enamel and dentin.
Methods: Seventy specimens obtained from thirty-five extracted human molar teeth were ground with silicon carbide papers under water cooling. Enamel samples were assigned into the six groups: I- TiF4 + Acid-etching + SE Bond, II- Acid-etching + SE Bond, III- TiF4 + SE Bond, IV- SE Bond, V- TiF4 +Optibond, VI-Optibond. Dentin samples were divided into four groups: I- TiF4 + SE Bond, II- SE Bond, III- TiF4 + Optibond, IV- Optibond. After the application of 1% TiF4 and bonding agent, the composite resin was placed to the surfaces of the samples. The samples were subjected to the shear bond test.
Results: The application of TiF4 to the enamel tissue decreased the shear bond strength of SE Bond applied without acid-etching (p<0.05). It was determined that TiF4 solution applied to the dentin did not adversely affect the shear bond strength of SE Bond and Optibond (p>0.05).
Conclusion: It was determined that TiF4 did not adversely affect the shear bond strength of total-etch system to the enamel and both total-etch and self-etching systems to the dentin.

7.
Üç Farklı Solüsyonun Streptococcus mutans ve Enterococcus faecalis Üzerine Antimikrobiyal Etkinliklerinin Değerlendirilmesi
Antibacterial Effectiveness of Three Different Mouthrinse Solutions on Streptococcus mutans and Enterococcus faecalis
Sibel Tazegül, M. Murat Koçak, Özgür Topuz, Suat Özcan, Arzu ALTUN Çekiç, Hülya Erten
Sayfalar 153 - 158
Amaç: Bu çalışmanın amacı üç farklı ağız çalkalama solüsyonunun oral patojenlerden Streptococcus mutans ve Enterococcus faecalis’e karşı antimikrobiyal etkinliğinin değerlendirilmesidir.
Yöntem: Bu çalışmada, klorheksidin, oktenidin hidroklorür ve antimikrobiyal enzimler içeren üç farklı ağız çalkalama solüsyonunun S. mutans ve E. faecalis üzerine antimikrobiyal etkinliği, agar difüzyon yöntemi kullanılarak incelendi. Antimikrobiyal solüsyonlar 5 mm çapındaki antibiyogram disklerine emdirilerek, besiyerlerine yerleştirildi. Besiyerleri enkübe edildi. 24, 48 ve 72. saatlerde oluşan inhibisyon zonları milimetrik olarak ölçüldü ve fotoğraflandı. Elde edilen veriler istatistiksel olarak ANOVA ve Bonferroni testleri kullanılarak değerlendirildi.
Bulgular: Octenisept ve Kloroben’in antimikrobiyal etkilerinin istatistiksel olarak anlamlı olduğu tespit edildi (p<0,05). Octenisept’in E. faecalis üzerine antimikrobiyal etkisinin diğer solüsyonlardan daha fazla olduğu belirlendi (p<0,05). Buna karşılık Kloroben’in antimikrobiyal etkisinin S. mutans üzerinde diğer solüsyonlardan daha fazla olduğu tespit edildi (p<0,05).
Sonuç: Ağız çalkalama solüsyonlarının, test mikroorganizmaları üzerinde farklı derecelerde antimikrobiyal etkilerinin olduğu saptandı.
Objective: The aim of this study was to evaluate the antibacterial effectiveness of three different mouthrinse solutions on two oral pathogens; Streptococcus mutans, Enterococcus faecalis.
Methods: The antibacterial effect of three mouthrinses, containing antibacterial enzymes, chlorhexidine or octenidine hydrochloride, on S. mutans and E. faecalis were investigated by the agar plate diffusion method. Antibiogram disks with a diameter of 5 mm were saturated with antimicrobial solutions and placed onto the mediums. The mediums were incubated. The inhibition zones were measured and photographed at 24, 48, and 72- hour. The data were statistically evaluated by using ANOVA and Bonferroni tests.
Results: The antimicrobial efficiencies of Octenisept and Kloroben were statistically significant (p<0.05). Octenisept was found more effective on E. faecalis than the other mouthrinse solutions (p<0.05). However, the antimicrobial efficiency of Kloroben on S. mutans was significantly more than the other solutions (p<0.05).
Conclusion: All mouth rinse solutions had different antimicrobial effects on test microorganisms.

8.
Farklı Kor Materyallerinin Basma Dayanımlarının Karşılaştırılması
The Comparison of Compressive Strengths of Different Core Materials
Hüseyin Tezel, Mehmet Ali Güngör, Ziya Onur Korkut
Sayfalar 159 - 166
Amaç: Bu çalışmanın amacı, dört farklı kor materyalinin birbirleriyle basma direnci yönünden karşılaştırılmasıdır.
Yöntem: Çalışmada 40 adet insan küçük azı dişi kullanıldı. Her diş mine-sement sınırından 1,5 mm yukarıdan olacak şekilde kesilerek endodontik tedavileri yapıldı ve paslanmaz çelikten yapılmış, vidalı, paralel ve retantif tutucu başları olan postlar yerleştirildi.
Postun yerleştirilmesinden sonra kor materyalinin postu tamamen kapatabilmesi amacıyla post boyu 4 mm olarak ayarlandı. Kor materyali olarak Poly-F Plus, Ionofil-U, Ketac-Silver ve Vitremer üretici firmaların tavsiyelerine göre uygulandı. Diş kesimini takiben kron restorasyonu yapıldı ve 5 C0 ve 55 C0 arasındaki banyolarda 30’ar saniye kalarak 100 kez termal siklus uygulandı. Materyallerin basma dirençleri, 45 derecelik açıyla kırılma oluşana kadar kuvvet uygulanarak saptandı. Bulgular, tek yönlü varyans analizi ve ikili karşılaştırmalar ise, post-hoc yöntemlerinden Duncan testleri ile değerlendirildi.
Bulgular: Vitremer’in en yüksek basma direncine sahip restoratif materyal olduğu gözlendi ve diğer tüm malzemelerden istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek olduğu saptandı (p<0,05). Bunu sırasıyla Ionofil-U, Poly-F Plus ve Ketac-Silver restoratif materyalleri izledi.
Sonuç: Kor materyalleri içinde, Vitremer’in en dayanıklı restoratif materyal olduğu gözlendi. Elde edilen sonuçlar post-kor sistemlerin klinik uygulamalarda yol gösterici olması açısından önemli olabilir.
Objective: To evaluate the compressive strengths of four different core materials.
Methods: Forty human premolars were used in this present study. Crowns of the teeth were removed with a horizontal cut 1.5 mm above the cemento-enamel junction and parallel screw posts with retentive holders made of stainless steel were placed. Following the placement of the posts the height of the posts were adjusted to 4mm in order for the core material to obturate the post completely. Poly-f plus, Ionofil-U, Ketac Silver and Vitremer were used as the core materials according to manufacturers’ instructions. After the preparation of the teeth, crown restorations were made and the samples were thermocycled 100 times between 5 C0-55 C0 with a 30 sec. dwell time. The compressive strengths of the materials were determined by applying force with an angle of 45 degrees until failure occurred. The data were analyzed by One Way Anova and Duncan tests.
Results: Vitremer showed the highest compressive strength and it was significantly different from the other core materials (p<0.05) followed by Ionofil-U, Poly-F Plus and Ketac Silver respectively.
Conclusion: Vitremer was the most resistant restoration material among all the core materials. The obtained data can be used as a guide for the clinical use of post-core systems.

9.
Posterior Diş Eksikliği Bulunan Hastalarda Temporomandibular Eklem Düzensizliklerinin Klinik Olarak Değerlendirilmesi
Clinical Evaluation of Temporomandibular Joint Disorders in Patients with Posterior Missing Teeth
İlgi Baran, Rana Nalçacı, Mustafa Semiz
Sayfalar 167 - 173
Amaç: Bu çalışmanın amacı, posterior diş eksikliği nedeniyle başvuran hastaların temporomandibular eklem düzensizliklerinin klinik olarak değerlendirilmesi ve bunların yaş, cinsiyet ve diş kaybı sayısı ve süresi gibi veriler ile ilişkisi açısından incelenmesidir.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Kırıkkale Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi’ne başvuran ve posterior diş eksikliği bulunan 54 kadın, 48 erkek toplam 102 hasta dahil edildi. Temporomandibular eklem düzensizliğine ait semptom ve bulgulardan; eklem sesleri, luksasyon, maksimum açma ve kapamada ağrı, çiğnemede zorluk ile hastaların cinsiyet, yaş, diş kaybı süresi, diş kaybı sayısı arasındaki ilişkiler incelendi. Elde edilen verilerin istatistiksel analizinde t-testi ve ki-kare testleri kullanıldı.
Bulgular: Cinsiyet ve diş eksikliği sayısının temporomandibular eklem bulgularını etkilediği görüldü (sırasıyla χ2=17,123; p<0,001 ve χ2=6,375; p=0,012). Diğer taraftan, genç yaş grubunda (40 yaş ve altı) temporomandibular eklem bulguları görülme oranı %57 ve üst yaş grubunda (40 yaş üstü) %46 olmasına karşın aradaki fark anlamlı bulunmadı. Temporomandibular eklem düzensizliğine ait bulgular içerisinde ilk sırayı 51 hasta ile (%50) eklemde ses bulgusu ve ikinci sırayı 18 hasta ile (%18) eklemde sertlik yorgunluk hissi, 17 hasta ile (%17) açma ve kapamada ağrı ve 15 hasta ile (%15) harekette ağrı yer almaktadır.
Sonuçlar: Posterior diş eksikliği nedeniyle başvuran hastalar temporomandibular eklem düzensizliği açısından değerlendirildiğinde eklemde ses ve ağrı bulguları kadınlarda erkeklerden daha fazla oranda gözlendi. Temporomandibular eklem düzensizliğine ait bulguların; birden fazla diş eksikliği durumunda görülme oranı daha yüksek olarak tespit edildi.
Objective: The aim of this study was to evaluate temporomandibular disorders of patients with posterior missing teeth and study the factors that could have an influence on temporomandibular disorders.
Materials and Methods: This study consisted of 102 patients; 54 male and 48 female. Each subject underwent a comprehensive dental and radiographic examination. Relationship between temporomandibular joint disorder symptoms such as sound, luxation, impaired opening pathway pain, bruxizm, and parameters such as sex, age, number of missing teeth, documented years missing teeth were investigated. t-test and chi-square test was used for statistical analysis.
Results: Relation between sex and missing tooth was found statistically significant (χ2 =17.123, p<0.001 and χ2=6.375, p=0.012, respectively). Gender and number of missing tooth were found significantly associated with temporomandibular disorders (χ2=17.123, p<0.001 and χ2 =6.375, p=0.012, respectively). On the other hand, the prevalence of temporomandibular disorders were found 57 % for the younger age group (40 years and below) and 46% for the elder age group (over 40 years) showed no statistical significance between younger and older age groups. The most frequent complaint of the temporomandibular disorders was sounds, detected in 51 of the patients (50%). Feeling of stiffness or fatigue of the jaws (18%), difficulty in opening mouth wide or locking the mouth (17%), pain on movement (15%) were detected as the common complaints of the temporomandibular disorders in this study population.
Conclusions: Temporomandibular joint sounds and jaw pain were observed more frequently in females than males. Moreover the prevalence of symptoms of temporomandibular disorders was observed as likely to be more frequent in case of patient has missing more than one tooth.

10.
Konvansiyonel Kron Boyu Uzatma Operasyonu Uygulanamayan Dişlere Yeni Bir Yaklaşım
A New Approach for the Teeth in which Conventional Crown Lenghtening Couldn’t be Applied
Fatih ARIKAN, Nihan KARAKURUM, Orhun BENGİSU
Sayfalar 175 - 178
Üst santral dişlerindeki metal destekli porselen kuronlarının sıkça düşmesi sebebi ile kliniğimize gelen 13 yaşındaki kadın hastanın yapılan klinik ve radyografik muayenesinde bu dişlerine endodontik kanal postlarının yerleştirilmiş olduğu saptandı. Kalan sağlam diş dokularının dişetinin 3 mm kadar apikalinde olduğu görüldü ve kron boyu uzatma operasyonunun dişeti seviyesini yandaki dişlerle uyumsuz hale getirerek estetik sorun doğurabileceğine karar verildi. Bu nedenle cerrahi ekstruzyon tekniği tercih edilerek dişleri eski konumlarından daha koronerde pozisyonlandırması ve bu konumda sabitlemesini sağlamak amacıyla periodontal ligamentlerine hasar vermemeye dikkat edilerek çekilen dişler hem sağ-sol, hem de vestibül-palatinal olarak yer değiştirildi. Dişler gingival marjinin 1 mm üzerinde konumlandırılarak yeterli biyolojik aralık ve kuron için retansiyon sağlamak amaçlandı. Bu şekilde dişler sabitlenip iyileşme sonrası kompozit post-korları yapıldı, 6. ayda yeni metal destekli porselen kuronları tamamlandı. 2 sene takip sonrasında dişlerin lamina duraları radyografik olarak sağlıklı olduğu gözlendi. Konvansiyonel transplantasyon bu olgularda başarılı bir tedavi alternatifi olabilir.
A 13-year-old female patient was referred to our periodontology clinic frequently desementation of both ceramic crowns in upper central incisors. Upon clinical and radiographic examination, both teeth were found to be endodontically treated with canal posts. Unfortunately, preparation margins were placed 3 mm subgingivally. Because of the apically positioned flap operation which would result in a disharmonic gingival margin, a surgical extrusion was preferred. Teeth were carefully extracted with no harm to periodontal ligament. While replacing into their sockets, the roots were exchanged (right-left, vestibul-palatinal) so that, the teeth were prevented to regain their original apical positions and fixed 1 mm higher than the gingival margin to obtain an appropriate biological width. After gingival healing, composite resin cores were built up and metal porcelain crowns were prepared at 6th month. After 2 years follow up lamina dura of both teeth were healthy. Conventional transplantation can be a successful alternative.

LookUs & Online Makale