e-ISSN 1302-7476
Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dergisi - EÜ Dişhek Fak Derg: 35 (3)
Cilt: 35  Sayı: 3 - 2014
DERLEME
1.
Dental Mıknatısların Oluşturduğu Manyetik Alanların Biyolojik Etkileri
Biological effects of magnetic fields produced by dental magnets
Filiz Yağcı
doi: 10.5505/eudfd.2014.05902  Sayfalar 1 - 7
Dental mıknatısların protetik diş tedavisinde ve ortodontide çok çeşitli uygulamaları vardır. Fakat tüm mıknatıslar, oral komşu dokulara yayılan statik manyetik alan (SMA) sızıntısı oluşturmaktadır. Son yıllarda manyetik alanlarla temasın artmasıyla, manyetik alanların insan sağlığına zararlı etkilerinin olup olmadığı tartışılmaktadır. SMA’ların biyolojik etkilerini ortaya koymak için çok sayıda in vitro hücre çalışmaları, in vivo hayvan çalışmaları ve epidemiyolojik çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalarda hücrenin büyümesi, çoğalması, apoptozis, metabolik aktivitesi, manyetik oryantasyonları, morfolojisi ile iyon transportu, genotoksik etkiler, gen ekspresyonları incelenmiştir.
İnsanlarda, hayvanlarda ve mikroorganizmalarda, manyetik alanların zararlı biyomanyetik etkileri olduğunu gösteren bir takım çalışmalar olduğu kadar, manyetik alan etkilerini hem in vivo hem de hücre kültürlerinde değerlendiren ve sonuçta hiçbir belirgin farklılık göstermeyen çalışmalar da vardır. SMA’ların dentoalveolar dokulardaki etkileri de tartışmalıdır. Bu derlemenin amacı manyetik alanların biyolojik etkileri hakkında genel bilgi vererek, manyetik alanların dentoalveolar dokulardaki biyolojik etkileri hakkındaki çalışmaları özetlemektir.
Dental magnets have wide range of applications in prosthodontics and orthodontics. But all magnets produce static magnetic field leakages spreading to oral adjacent tissues. In the last years, due to the increase of contact with magnetic fields, it has been discussing if there are harmful effects of magnetic fields on human health. Numerous in vitro cell culture, in vivo animal and epidemiological studies have been performed to reveal biological effects of magnetic fields. In this studies, growth, mitotic activity, apoptosis, metabolic activity, magnetic orientation, morphology of cells and ion transport, genotoxic effects, gene expressions have been investigated.
As well as there are several studies in humans, animals and microorganisms show that the magnetic fields may have harmful biomagnetic effects; there are studies evaluating magnetic field effects both in vivo and in cell cultures which observed no significant differences. The influence of the static magnetic fields on dentoalveolar tissues has been debated. The objective of this review is to summarize the studies about bioeffects of magnetic fields on dentoalveolar tissues while giving general information about biological effects of magnetic fields.

2.
Diş Hekimliği ve Periodontolojide Fotodinamik Tedavi Uygulamaları
Photodynamic Therapy Applications in Dentistry and Periodontology
Gözde Peker Tekdal, Ali Gürkan
doi: 10.5505/eudfd.2014.92300  Sayfalar 8 - 22
Periodontal hastalıkların tedavisinde, konvansiyonel yöntemlerin etkinliğinin yetersiz kaldığı durumlar için destekleyici yeni tedavi yaklaşımlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Çok sayıda farklı endikasyon alanı bulunan, geniş etki spektrumlu, girişimsel olmayan fotodinamik tedavi de bunlardan biridir. Bu derlemede, fotodinamik tedavinin genel özellikleri, etki mekanizması, tıpta, diş hekimliğinde ve özellikle de periodontolojideki kullanım alanları ele alınmıştır.
Novel therapeutic approaches are needed for some periodontal disease cases, which the conventional treatment methods have limited effect. Photodynamic theraphy, that is a non-invasive and a large impact-spectrum treatment modality is one of these approaches. In this review, the general features of photodynamic theraphy, mechanism of its action and its use in medicine, dentistry and especially periodontology areas are described.

ARAŞTIRMA
3.
Besin Taklidi Sıvıların Üç Farklı Geçici Kron Materyalinin Yüzey Sertliğine Etkisi
The effects of food-simulating liquids on the hardness of three different provisional crown materials
Orhun Ekren, Ahmet Özkömür, Cihan Cem Gürbüz
doi: 10.5505/eudfd.2014.28247  Sayfalar 23 - 27
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı besin taklidi sıvıların üç farklı geçici kron-köprü materyalinin yüzey sertliğine etkisini araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada test edilmek üzere üç farklı geçici kron materyali kullanılmıştır: (1) Tempofit, Detax (2) Protemp 4, 3M ESPE (3) Temp S, Bisico. Test örnekleri hazırlanmış ve hazırlanan örnekler tesadüfi olarak beş gruba ayrılmıştır (n=10). Test örnekleri 370C de 7 gün boyunca: su, 0.02N sitrik asit, heptan ve %75 lik etonol solüsyonunda bekletilmiştir. Çalışmada kullanılan kontrol grubu örnekleri ise oda sıcaklığında bekletilmiştir. Test örneklerinin Knoop sertlikleri dijital mikro-sertlik test cihazında (100gf/15 sn) ölçülmüştür. Toplanan verilerin istatistik analizlerinde Kruskal-wallis ve Mann-Whitney U testleri kullanılmıştır.
BULGULAR: Tüm test örneklerine ait Knoop sertlik değerleri besin taklidi sıvı solüsyonlarına maruz bırakıldıklarında kontrol gruplarından daha düşük bulunmuştur (p<0.05). Temp S grubuna ait örneklerin tamamı heptan solüsyonuna maruz bırakıldıklarında yapısal bozulma göstermiş ve sertlik değerlerinin ölçümü mümkün olmayacak derecede yumuşamıştır. Sitrik asit ve etanol solüsyonları Tempofit materyalinin Knoop sertlik değerlerini su grubundan daha fazla düşürmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Besin taklidi sıvılar test edilen geçici kron materyallerinin yüzey sertliklerini belirgin derecede azaltmıştır.
INTRODUCTION: The purpose of this study was to investigate the effects of food-simulating liquids (FSL) on the hardness of three different provisional restorative materials.
METHODS: Three provisional restorative materials were selected: (1) Tempofit, Detax
(2) Protemp 4, 3M ESPE (3) Temp S, Bisico. The specimens were fabricated
in customized molds and each type was randomly divided into five groups (n = 10). The
test groups were conditioned for 7 days at 370C as follows: water, 0.02N citric acid, heptane
and 75% ethanol in aqueous solution. Specimens in the control group were stored at
room temperature in air. After conditioning, the Knoop hardness of the test specimens was conducted using a digital micro-hardness tester (100 gf/15 s). Kruskal–Wallis and Mann–Whitney U-tests were used for statistical analysis.

RESULTS: For all materials, the Knoop hardness were significantly lower than their control groups after conditioning in FSL(p<0.05). After heptane conditioning, test specimens of Temp S group was totally decomposed and were unable to test for Knoop hardness. Conditioning Tempofit with citric acid and ethanol decreased Knoop hardness more than water conditioning.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The Hardness of provisional restorative materials are strongly influenced by food-simulating liquids.

4.
Farklı Retrograd Dolgu Materyallerinin Çözünürlükleri: Karşılaştırmalı Bir Çalışma
Solubility Of Different Retrograde Filling Materials: A Comparative Study
Mehmet Adıgüzel, Mehmet Gökhan Tekin, Ahmet Altan, İbrahim Damlar
doi: 10.5505/eudfd.2014.63644  Sayfalar 28 - 32
AMAÇ: Çözünen bileşenlerin çevre dokular üzerinde istenmeyen biyolojik etkilere sebep olmaması ve oluşabilecek sızıntının tedavi başarısını etkilememesi için kullanılan retrograd dolgu materyalleri düşük çözünürlükte olmalıdır. Bu çalışmanın amacı, farklı retrograd dolgu materyallerinin (ProRoot MTA, iRoot Bp ve iRoot Bp Plus) çözünürlük oranlarını karşılaştırmaktır.
YÖNTEMLER: Bu çalışma için 20 ± 0.1mm çapında ve 1,5 ± 0.1mm yüksekliğinde paslanmaz çelik kalıplar hazırlandı. Her bir materyal için altı kalıp oluşturulup; bütün kalıplar asetonla temizlendi ve kalıpların 3 defa ağırlık ölçümleri yapıldı. Kalıplar cam plakalar üzerine yerleştirildi ve materyal tabaka şeklinde kalıpların içerisine uygulandı. Örnekler etüv içinde 2 ay boyunca 37°C ve % 100 bağıl nem ortamında distile su içerisinde bekletildi ve sonrasında 1. ay ve 2. ay ağırlık ölçümleri yapıldı.
BULGULAR: Kullanılan materyaller arasında çözünürlük açısından 1. ay ve 2. ay ölçümlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p>0,05). Materyallerin 2. ay sonundaki ağırlık kaybı klinik olarak çözünmez kabul edilebilecek sınırlardadır.
SONUÇ: Uluslararası Standartlar Organizasyonu, materyal kütlesinin %3’ünün altındaki çözünürlükleri düşük çözünürlük olarak kabul etmektedir. Çalışmada kullanılan tüm retrograd dolgu materyallerinin çözünürlük değerleri Uluslararası Standartlar Organizasyonu, 6876 standartının kabul ettiği değerden daha düşük çözünürlük değerleri taşımaktadır. Materyallerin klinik açıdan kullanımında herhangi bir sakınca bulunmamaktadır.
OBJECTIVE: Retrograde filling materials should have low solubility properties to cause no adverse biological effects on surrounding tissues with soluble components and not affect the success of treatment. Purpose of this study is to compare different retrograde filling materials’ solubility percentage (ProRoot MTA, iRoot Bp ve iRoot Bp Plus).
METHODS: Eighteen stainless steel ring molds with internal diameter of 20 ± 0.1 mm and a height of 1.5 ± 0.1 mm were prepared. All of the molds were cleaned with acetone and weighted for 3 times. Molds were placed on sterile glass plates and materials were applied in molds in the form of layers. Specimens were suspended oven 37 C for 2 months and in distilled water to 100% relative humidity, weights were recorded after 1 months and 2 month.
RESULTS: The difference between measurements was not statistically significant, terms of the materials used in solubility of 1st and 2nd months, (p>0,05). Clinically, insoluble ranges were accepted for weight loss, after two months.
CONCLUSION: International Standards Organization accepts solubilities of the mass of material under 3%, to be low solubility. Retrograde filling materials used in the study of all solubility values adopted by the International Standards Organization 6876 standard don’t exceed the low solubility values. These materials might be used as retrograde filling materials.

5.
Zirkonya seramik ile kompozit rezin siman arasındaki bağlanma direnci üzerine yüzey hazırlama tipinin etkisi
Effect of surface conditioning on bond strength between zirconia ceramic and composite resin luting agent
Muhittin Toman, Suna Toksavul, Bülent Gökçe, Birgül Özpınar, Atilla Kesercioğlu, Ece Tamaç, Aslı Akın, Levent Özdemir
doi: 10.5505/eudfd.2014.72792  Sayfalar 33 - 40
AMAÇ: Zirkonya seramik restorasyonların adeziv simantasyonu için seramik yüzeyini hazırlama yöntemlerinin kompozit rezin siman ile zirkonya seramik ara yüzeyindeki bağlanma direnci üzerine etkilerini incelemek ve bağlanma direnci açısından etkili olan en iyi yöntemi belirlemektir.
YÖNTEMLER: Bu çalışmada, her bir grupta 60 adet örnek olacak şekilde toplam 6 adet grup oluşturuldu. Oluşturulan 6 grup, kullanılan 2 farklı yapıştırma sistemine bağlı olarak 2 alt gruba ayrıldı. Daha sonra alt gruplar da termal döngü uygulanıp uygulanmamasına göre 2’şer alt gruba daha ayrıldı. Böylece her bir yüzey hazırlama sistemi için toplam 4 adet alt grup oluşturuldu. 360 adet 3 mm çapında ve 4 mm yüksekliğinde kompozit örnek hazırlandı. Simantasyon aşamasında toplam 6 farklı yüzey hazırlama işlemi (Yüzey işlemi yok, Kumlama, Kumlama+Ceramic Primer, Kumlama+Metal/Zirconia Primer, CoJet, Rocatec) uygulandı ve her bir yüzey hazırlama işlemi için 2 farklı kompozit rezin siman (Panavia F ve Multilink Automix) ve her bir siman için termal döngü uygulanıp uygulanmamasına göre 2 alt gruba daha ayrıldı. Kesme deneyi Universal test cihazında 0.5 mm/dak hızda yapıldı. Elde edilen verilerin istatistiksel analizinde üç yönlü varyans analizi yapıldı (p<0.05). Zirkonya seramik yüzeyini hazırlama yöntemlerini tek tek karşılaştırmak için Tukey testi uygulandı (p<0.05).
BULGULAR: En yüksek bağlanma direnci değeri 18.25 MPa ile kumlama sonrası Ceramic Primer ajanın uygulandığı Multilink ile simante edilen ve termal döngü uygulanmayan örneklerde elde edildi. İstatistiksel olarak en düşük bağlanma direnci değeri hiçbir yüzey hazırlama işleminin uygulanmayıp Multilink ile simante edilen ve termal döngü uygulanan örneklerde elde edildi (p<0.05).
SONUÇ: Çalışmanın bulgularına göre zirkonya seramik kullanılarak hazırlanan restorasyonların kompozit rezin siman zirkonya seramik ara yüzeyindeki bağlanma direnci açısından uygulanabilecek en iyi yöntemler kumlama işlemi sonrası Ceramic Primer ya da Zirconia Primer ajan uygulamaktır.
OBJECTIVE: The aim of this study was to evaluate the effect of conditioning systems on the bond strength between composite resin cement and zirconia ceramic surface and to determine the best systems in respect to bond strength.
METHODS: In this study, 60 samples were prepared for each group and 6 groups were prepared in respect to surface conditioning system. Each group was divided into 4 subgroups according to thermalcycling and luting agent. Totally 360 composite specimens were prepared in 3 mm diameter and 4 mm height. Six different conditioning systems (no conditioning, sand blasting, sand blasting+Ceramic Primer, sand blasting+Metal/zirconia Primer, CoJet, Rocatec) before cementation procedure. Two different composite resin luting cements (Panavia F and Multilink automix) were used for each surface conditioning system. The sShear bond strength were measured with a Shimadzu Universal Testing Machine (Model AG-50kNG). A knife-edge shearing rod at a crosshead speed of 0.5 mm/min was used. Data were statistically analyzed with 3-way ANOVA and Tukey’s test was used for post hoc analysis (p<0.05).
RESULTS: Specimens that were luted with Multilink after applied sandblasting and Ceramic Primer exhibited highest bond strength value at 18.25 MPa (p<0.05). On the other hand, specimens that were luted with Multilink without surface conditioning after thermal cycling exhibited lowest bond strength value (p<0.05).
CONCLUSION: Within the limitations of this study, in the cementaetion procedure applying Ceramic Primer or Zirconia Primer after sandblasting exhibited better result in respect to bond strength between zirconia ceramic and composite resin cement.

6.
Oküler Ölçü Maddelerinin Shark Fin Testi ile Değerlendirilmesi
Evaluation of Ocular Impression Materials by Shark Fin Test
Makbule Heval Şahan, Akın Aladağ, Engin Aras
doi: 10.5505/eudfd.2014.78942  Sayfalar 41 - 45
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, oküler protez yapımında kullanılan ölçü maddelerinin akışkanlığının değerlendirilmesidir.
YÖNTEMLER: Çalışmada dört farklı ölçü maddesi kullanıldı. Bunlardan biri polivinil siloksan ölçü maddesi (Affinis), üçü irreversibl hidrokolloid ölçü (Opthoprint, Ca37, Ophtalmic Alginate) maddesidir. Her ölçü grubundan “Shark Fin” test yöntemine göre 20 adet örnek hazırlandı. Ölçü maddeleri, üreticinin önerdiği şekilde karıştırıldı ve test cihazının ölçü haznesine yerleştirildi. İrreversibl hidrokolloid ölçü maddelerinin ölçümleri, ölçü maddeleri sertleştikten hemen sonra, polivinil siloksan ölçü maddelerinin kimyasal yapısı sebebiyle zaman sınırlaması olmadan yapıldı. Köpek balığı yüzgecine benzeyen örneklerin fotoğrafları sabit uzaklıktan çekildi. Örneklerin zenit noktasından köpek balığı yüzgecinin başladığı noktaya kadar olan yükseklikleri ve alanları görüntü işleme programı Image J kullanılarak ölçüldü. Elde edilen veriler, tek yönlü varyans analizi (ANOVA) ve Post Hoc Bonferroni Testi ile analiz edildi (α=0.05).
BULGULAR: “Shark Fin” uzunluk (u) ve alan (a) ölçümlerinden elde edilen veriler ile ölçü maddeleri arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı idi (p<0.05). Affinis ölçü grubu en düşük değeri gösterdi (p<0.05). Ca37 ölçü grubu ise en yüksek değeri gösterdi. Orthoprint ve Opthalmic Alginate gruplarında anlamlı fark elde edilmedi (p>0.05).
SONUÇ: Akışkanlığın fazla olduğu Ca 37 ölçü maddesi, oküler protez yapımında kullabilmektedir.
OBJECTIVE: The aim of this study was to evaluate the flow properties of several impression materials used for the fabrication of ocular prostheses.
METHODS: In this study four different impression materials including one polyvinyl siloxane materials (Affinis) and the irreversibl hydrocolloid impression materials (Orthoprint, Ca37, Ophtalmic Alginate) were used. In each group 20 samples were prepared according to the shark fin test method. All impression materials were mixed according to the manufacturers’ instructions and injected into the shark fin device cup. The evaluation of fluidity of the irreversible hydrocolloid impression materials were measured right after the curing of the materials; whereas, due to the chemical properties of the polyvinyl siloxane materials, the evaluation were measured without any time limitation. The samples that resemble the shark fin were photographed from fixed distance. The height from zenith point to the bottom line and whole area of the fin were measured using a image processing software. The results were analysed using a variance (ANOVA) and Post Hoc Bonferroni tests (α=0.05).
RESULTS: The differences regarding fin height (h) and area (a) values among impression materials were significantly different (p<0,05). Affinis impression materials exhibitied the lowest height and area values (p<0.05). Ca37 impression materials showed the highest values (p<0,05), while there were no significant differences between Orthoprint and Opthalmic Alginate groups (p>0.05).
CONCLUSION: Ca37 impression material can be used in fabrication of ocular protheses due to its superior fluidity properties.

OLGU SUNUMU
7.
MTA ile apeksifikasyon tedavisi: 3 olgu sunumu
Apexification treatment with MTA: 3 case reports
Ayşenur Kamacı, Tuğba Türk, Necdet Erdilek
doi: 10.5505/eudfd.2014.29491  Sayfalar 46 - 49
Bu olgu sunumunun amacı, açık apeksli ve periapikal lezyonlu maksiller kesici dişlere uygulanan Mineral Trioksit Aggregat (MTA) ile apeksifikasyon tedavisinin sonuçlarını bildirmektir.
Dişlerde endodontik giriş kaviteleri açıldıktan sonra, çalışma boyları tespit edildi ve kemomekanik preperasyonlar tamamlandı. Son yıkamada, %5 Etilen diamin tetra asetik asit (EDTA), %2,5 Sodyum hipoklorit (NaOCl), Distille su ve %2 Klorheksidin solüsyonları kullanıldı. Kök kanallarının apikal üçlüsüne apikal bariyer olarak MTA yerleştirildi. Kök kanalları kanal patı ve güta perka ile doldurulup, dişler rezin kompozit ile restore edildi. Hastalar 1 veya 2 yıllık sürelerde takip edildi. Bu incelemelerde radyografik olarak apikal lezyonların iyileştiği ve dişlerin klinik olarak asemptomatik olduğu gözlendi.
Kalsiyum hidroksit kullanılarak yapılan apeksifikasyon tedavisinin, artan tedavi süresi ve seans sayısı, dişin kırılma riski, tamamlanmamış apikal sert doku oluşumu gibi dezavantajları vardır. MTA biyouyumlu olması, nörotoksik ve mutajenik olmaması, iyi rejeneratif özellikleri ve iyi tıkama özellikleri ile güçlü bir alternatif apeksifikasyon materyalidir.
Aim of this report was to present successful treatment of three maxillary incisors with open apices and periapical lesions with MTA.
After preparing the access cavity, the working length was determined. The root canals were irrigated with 5% EDTA, 2.5% Sodium hypochlorite (NaOCl), distilled water and 2% chlorhexidine. MTA was placed into the apical portion of the root canals to act as an apical barrier. Root canals were obturated with root canal sealer and gutta percha, then teeth were restorated with resin composite. The patients were recalled after 1 year or 2 years and no complications were noted. Periapical radiographs demonstrated the complete healing of the periapical lesion.
Apexification with calcium hydroxide is associated with certain difficulties, such as longer treatment time, risk of tooth fracture and incomplete calcification of apical bridge. MTA is an alternative material that can be used for apexification of open apices due to its biocompatibility, non-mutagenicity, non-neurotoxicity, regenerative abilities, and good sealing properties.

8.
Tip III Dens İnvajinatus: Bir Olgu Sunumu
Tip III Dens Invaginatus: A Case Report
Cansu Büyük, Kaan Gündüz, Bora Özden, Hızır İlyas Köse
doi: 10.5505/eudfd.2014.86547  Sayfalar 50 - 52
Dens invajinatus; diş gelişimi sırasında mine organının dental papillaya doğru kıvrılmasıyla oluşan, nadir görülen bir gelişimsel diş anomalisidir. Oehlers sınıflamasına göre dens invaginatus penetrasyon derinliği ve periapikal doku ya da periodontal ligament ile ilişkilerine bağlı olarak üç gruba ayrılmıştır. Tedavi prosedürleri restoratif yöntemlerden çekime kadar değişkenlik gösterebilir. Bu olgu bildiriminde üst sol lateral kesici dişte izlenen Tip III dens invajinatus’un tanı ve tedavisi anlatılacaktır.
Dens invaginatus is a rare developmental malformation of teeth resulting from the invagination of enamel organ into the dental papilla. Dens invaginatus classified by Oehlers into three categories according to the depth of penetration and communication with periapical tissues or periodontal ligament. Treatment plan varies from restorative methods to extraction. This article reports that diagnosis and treatment of a type III dens invaginatus in the left maxillary lateral incisor.

LookUs & Online Makale