e-ISSN 1302-7476
Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dergisi - EÜ Dişhek Fak Derg: 41 (2)
Cilt: 41  Sayı: 2 - 2020
ARAŞTIRMA
1.
Sodyum hipoklorit ve klorheksidin karışımından sonra oluşan çökeltinin titreşim spektroskopisi ile analizi: Potansiyel bir klinik problem
Vibrational spectroscopy analysis of the precipitate form after mixing sodium hypochlorite and chlorhexidine: A potential clinical problem
Ekim Onur Orhan, Özgür Irmak, Erol Tasal
doi: 10.5505/eudfd.2020.56833  Sayfalar 71 - 76
GİRİŞ ve AMAÇ: Endodontik işlemlerde en yaygın yıkama ajanları olan sodyum hipoklorit ve klorheksidin ile karıştırılması reaksiyonuyla oluşan çözünmeyen kahverengi renkli maddenin moleküler yapısı henüz literatürde tam olarak açıklanmamıştır. Amaç sodyum hipoklorit ve klorheksidin karıştırma yoluyla oluşan çökeltiyi Fourier-transform infrared (FT-IR) spektroskopisi kullanarak analiz etmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Deneysel çökeltinin FT-IR spektrumu kaydedildi. Deneysel çökeltinin titreşimli FT-IR spektrumu analiz edildi ve mevcut veri tabanlarından elde edilen iletim modundaki klorheksidin spektrumu ile karşılaştırıldı (4000-400 cm-1).


BULGULAR: Deneysel çökelti spektrumda 3335, 2436, 2160, 2004, 1896, 1636, 579 ve 555 cm-1'de olmak üzere 8 pik kaydedildi. Bu pikler, klorheksidinin titreşimleriyle karşılaştırıldı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sodyum hipoklorit ile etkileşimin ardından, klorheksidin yapısı kırılmış ve yeni bir çözünmeyen ürün olan (1,6-Hekzandilbis{imino [({[(4-klorfenil)amonyo](imino)metil} amino) metiliden]})diamonyum)'a dönüşmüştür.
INTRODUCTION: The molecular structure of the insoluble brown-colored substance is produced through the reaction of mixing the most common irrigation agents in endodontic treatments as sodium hypochlorite and chlorhexidine has not been fully described in the literature yet. The aim was to analyze the precipitate is formed through the reaction of mixing sodium hypochlorite and chlorhexidine by using Fourier-transform infrared (FT-IR) spectroscopy.

METHODS: FT-IR spectrum of the experimental precipitate was recorded. The vibrational FT-IR spectrum of the experimental precipitate was analyzed and compared with the spectrum of the chlorhexidine obtained from available databases in transmission mode (4000-400 cm-1).

RESULTS: Eight-shift was recorded at 3335, 2436, 2160, 2004, 1896, 1636, 579 and 555 cm-1 in the spectrum of the experimental precipitate. These shifts were compared with the vibrations of chlorhexidine.

DISCUSSION AND CONCLUSION: After interaction with sodium hypochlorite, chlorhexidine structure was broken and converted to a new insoluble product as 1,6-Hexandiylbis{imino[({[(4-chlorphenyl)ammonio](imino)methyl}amino)methylyliden]})diammonium.

2.
Farklı dijital ölçü sistemlerinin dental implantın ölçü netliğine etkisinin değerlendirilmesi
Evaluation of the effect of different digital impression systems on the impression accuracy of dental implant
Nazmiye Şen
doi: 10.5505/eudfd.2020.46704  Sayfalar 77 - 82
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu in vitro çalışmanın amacı; farklı dijital ölçü sistemlerinin dental implantın ölçü netliğine etkisinin değerlendirilmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Standart olarak üretilen tam dişli üst çene modelinde, 26 nolu diş modelden çıkartılarak yerine bir implant analoğu yerleştirildi. Tarama işlemi ilk olarak referans tarayıcı ile gerçekleştirildi. Ağız içi tarayıcılar ile ölçü alınması işlemi; 3 farklı dijital tarayıcı [Trios 3, iTero Element 2 ve Medit i500] kullanılarak her bir grup için 10 kez tekrarlandı. Elde edilen görüntülerin STL (standard tessellation language) formatında çıktısı alındı ve 3 boyutlu inceleme yazılımı kullanılarak karşılaştırıldı. Ölçülerin gerçekliğini ve doğruluğunu belirlemek için elde edilen STL veri setleri çakıştırılarak ortalama sapma miktarları belirlendi. Elde edilen veriler Kruskal-Wallis testi ve Mann-Whitney U testleri ile istatistiksel olarak değerlendirildi. İstatistiksel anlamlılık düzeyi p<.05 olarak belirlendi.
BULGULAR: Farklı dijital ölçü sistemleriyle elde edilen ölçülere ait gerçeklik değerleri arasında anlamlı farklar saptandı (p<0,05). En yüksek gerçeklik bulguları Trios 3 (32.81 ±11.65μm) grubunda elde edildi ve onu sırasıyla iTero Element 2 (49.12 ±8.97μm) ve Medit i500 (46.25 ±17.08μm) grupları izledi. Farklı dijital ölçü sistemlerine ait doğruluk verileri arasında ise anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Farklı dijital ölçü sistemleri, dental implantın ölçü netliğini etkilemektedir.
INTRODUCTION: The purpose of this in-vitro study is to evaluate the effect of different digital impression systems on the impression accuracy of dental implant.
METHODS: In a standard full-arch maxillary model, the tooth 26 was removed and an implant analogue was placed. The scanning process was first performed with a reference scanner. Taking measurements with intra-oral scanners repeated 10 times for each group using 3 different digital scanners [Trios 3, iTero Element 2 and Medit i500]. Obtained images were output in STL format and compared using 3D inspection software. The mean deviation amounts were determined by overlapping the STL data obtained to determine the trueness and precision of the impressions. The data were statistically compared using Kruskal-Wallis test and Mann-Whitney U tests. Statistical significance was determined at p<0.05.
RESULTS: Significant differences were found among the trueness values of the groups obtained by different digital impression systems (p<0,05). The highest trueness was obtained in the Trios 3 (32.81 ±11.65μm) group followed by the groups iTero Element 2 (49.12 ±8.97μm) and Medit i500 (46.25 ±17.08μm). No significant difference was found among the different digital impression groups for the precision values (p>0,05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The impression accuracy of dental implants is affected by the different digital impression systems.

3.
Işık kaynaklarının ve termal siklusun kompomer rezinlerin renk stabilitesine etkisi
The effect of light sources and thermocycling on color stability of the compomers resin
Bilal Özmen, Yasemin Nayir
doi: 10.5505/eudfd.2020.28190  Sayfalar 83 - 90
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı üç kompomer rezinin renk stabilitesine farklı ışık kaynaklarıyla polimerizasyonun ve termal siklusun etkisini değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada 3 farklı markanın (1- Glasiosite Caps, Voco, 2- Dyract XP, Dentsply ve 3- Nova Compomer, Imıcrly) iki faklı renk tonundaki (A2 ve A3) kompomeri test edildi. Her materyalden 10 örnek LED ışık cihazı 1 (Satelec mini LED, Acteon) ile 10’ar örnek de ışık cihazı 2 (Elipar S10, 3M-ESPE) ile polimerize edilerek, 10 mm genişliğinde 2 mm kalınlığında toplamda 120 örnek hazırlandı. Başlangıç ölçümleri bir spektrofotometreyle CIELAB sistemine göre yapıldı. Örnekler 5000 tur termal siklusa bırakıldı. Termal siklus işlemlerinden sonra örneklerin renk ölçümleri yeniden yapıldı ve renk değişimleri (ΔE) belirlendi.
BULGULAR: Işık cihazlarının oluşturduğu başlangıç renk farklılıkları (ΔE=0,42± 0,32 ile 2,13± 0,51) istatistiksel olarak anlamlıdır (p<0,05). Termal siklusdan sonra, hem ışık cihazı 1 (∆E= 0,79 ± 0,80 - 3,93 ± 1.55) hem de ışık cihazı 2 (∆E= 3,01 ± 1,43 - 5,13 ± 1,80) ile polimerize edilen kompomer rezinlerin ∆E değerleri arasında istatistiksel fark vardır (p<0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Işık kaynakları ve termal siklus kompomer rezinlerin renk stabilitelerini etkileyebilmektedir. Işık kaynaklarının etkisi klinik olarak kabul edilebilir düzeydedir fakat termal siklus kabul edilebilir değerlerden daha fazla renk değişimi yapabilir.
INTRODUCTION: The aim of this study was to evaluate the effect of the polymerization with different light sources and thermocycling on the color stability of three compomer resins.
METHODS: In this study, 3 different brand (1- Glasiosite Caps, Voco, 2- Dyract XP, Dentsply ve 3-Nova Compomer, Imıcrly) and 2 different color (A2 and A3) compomer resins were tested. From each materials, 10 specimens cured with a LED curing light 1 (Satelec mini LED, Acteon) and 10 specimens cured with a LED curing light 2 (Elipar S10, 3M-ESPE), totally 120 specimens were prepared in 10mm diamension and 2mm thick. Initial measurements were made with a spectrophotometer according to CIELAB system. Specimens were subjected to 5000 thermocycles. After the thermocycling procedure, colors of the specimens were re-measured and color changes (ΔE) were determined.
RESULTS: The initial color differences (ΔE=0.42±0.32-2.13±0.51) formed by light devices were statistically significant (p<0.05). After thermocycling, there were statistically differences between the ∆E values of the specimens polymerized with both light source 1 (∆E= 0.79±0.80-3.93±1.55) and light source 2 (∆E=3.01±1.43-5.13±1.80)(p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Light sources and thermocycling could affect the color stability of the compomer resins. The effect of light sources is clinically acceptable but the thermocycling may cause more color change than acceptable values.

4.
Çürüğün tüm katmanları i̇le uzaklaştırılmasını takiben direkt ve i̇ndirekt pulpa kuafajı tedavisi: Ön çalışma
Direct and indirect pulp capping after complete caries removal: A preliminary study
Sinem Oğlakçıoğlu, Tijen Pamir
doi: 10.5505/eudfd.2020.20053  Sayfalar 91 - 98
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada derin dentin çürüğü lezyonlu canlı dişlerde, çürüğün tüm katmanları ile uzaklaştırılmasını takiben uygulanan direkt ve indirek pulpa kuafajı tedavilerinin dişlerdeki canlılığın devamı ile ilgili klinik takip sonuçlarını sunmaktır. İkincil amaç, pulpa-dentin kompleksinin farklı tipteki pulpa kuafajı materyallerine ve restoratif maddelere olan yanıtını gözlemlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmaya derin dentin çürüğü lezyonu olan 50 daimi diş dahil edildi. Çürük tüm katmanları ile uzaklaştırıldıktan sonra, pulpanın açılıp açılmamasına bağlı olarak ya direkt pulpa yada indirekt pulpa kuafajı uygulandı. Tedaviler saf kalsiyum hidroksit, Dycal, çinko oksit öjenol, cam iyonomer siman, kompozit rezin ve amalgam gibi materyallerin farklı kombinasyonları ile gerçekleştirildi. Klinik ve radyografik değerlendirmeler 6. ayda yapıldı.
BULGULAR: Çürüğün tümüyle uzaklaştırmasını takiben dişlerin% 54’ünde pulpa açılımı gözlendi. Tedavi edilen dişlerden toplam dördünde (direkt pulp kuafajı 3, indirekt pulpa kuafajından 1 adet olmak üzere) klinik başarısızlık tespit edildi. Tüm başarısız dişler Dycal+kompozit rezin uygulanmış gruba aitti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Pulpa açılımı meydana gelirse, tedavide başarısızlık olasılığı pulpada açılım olmayan gruba göre daha yüksek gözükmektedir. Ek olarak, saf kalsiyum hidroksit “Ca(OH)2 ” pulpa kuafajında ticari bir pat olan “Dycal” dan daha güvenilir gibi durmaktadır.
INTRODUCTION: In this preliminary study, survival of vital teeth treated by direct and indirect pulp capping following the complete caries removal in deep dentin lesion was evaluated. The secondary objective was to observe the response of pulp dentin complex to different types of capping and restorative materials.
METHODS: 50 permanent teeth with deep dentin lesion were included to this study. After complete caries removal, different protocols were applied according to pulp exposure namely direct or indirect pulp capping. The teeth were treated with different combinations of pure calcium hydroxide, Dycal, zinc oxide eugenol, glass ionomer cement, composite resin, amalgam. Clinical and radiographical evaluations were performed at 6th month.
RESULTS: After complete caries removal, unintentional pulp exposure was observed in 54% of the teeth. Totaly 4 teeth from direct pulp-capping (n=3) and indirect pulp-capping (n=1) failed due to inflammation. All failed restorations belonged to Dycal+ composite resin groups.
DISCUSSION AND CONCLUSION: If pulp exposure occurred, possibility of failure would be higher compared to non-exposure group. Additionally, in the success of pulp-capping treatment, pure calcium hydroxide “Ca(OH)2 ” as pulp-capping material seems to be more reliable than factory product calcium hydroxide paste “Dycal”.

5.
Asidik maddelerin farklı dental porselenlerin yüzey özellikleri ve iyon çözünürlüğü üzerindeki etkinliğinin değerlendirilmesi
Evaluation of the effect of acidic agents on ion leaching and surface characteristics of different dental porcelains
Tamer Çelakıl, Gülümser Evlioğlu
doi: 10.5505/eudfd.2020.65002  Sayfalar 99 - 111
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı; asidik ajanların dental porselenlerin iyon salınımı ve yüzey özellikleri üzerine etkinliğini araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 3 porselen tipinin her birinden 50 adet olacak şekilde diskler oluşturulmuştur. Porselen diskler 5 farklı saklama ajanında bekletilmiştir. Batırma işlemi sona erdikten sonra tüm sıvı kompozisyonlar, ICP-MS (İndüktif Eşlemeli Plazma - Kütle Spektrometresi) cihazında iyon çözünürlüğü açısından değerlendirilmiştir. İşleme alınmış olan diskler ESEM (Çevresel Tarama Elektron Mikroskobu) altında yüzey özellikleri açısından değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Vita VM 13, IPS Empress ve e.max Ceram porselenlerinin Al iyonu salınım değerleri; vişne suyu ve limon suyu gruplarında istatistiksel olarak anlamlı derecede farklı bulunmuştur (p=0,012; p<0,001). %4 Asetik asit solüsyon, sitrat tampon solüsyon ve deiyonize su gruplarında, hiç bir porselen grubunun Al iyonu salınım değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmemiştir (p=0,672; p=0,222; p=0,097). Vita VM 13, IPS Empress ve e.max Ceram porselenlerinin Li ve Y iyonu salınım değerleri; vişne suyu, limon suyu, %4 Asetik asit ve sitrat tampon gruplarında istatistiksel olarak anlamlı derecede farklı bulunmuştur (p<0,001). Deiyonize su solüsyonu grubunda, hiç bir porselen grubunun Li ve Y iyonu değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmemiştir (p=0,092; p=0,457).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmaya dahil edilen tüm porselenler, asidik maddelerde ya da asitli yiyecek ve içeceklerde degrade olmaktadır
INTRODUCTION: The purpose of this study is to evaluate the effect of acidic agents on ion leaching of dental porcelain.
METHODS: Fifty discs were fabricated from 3 different types of porcelain. All porcelains were immersed in 5 liquid agents. Ion leaching was measured with an inductively coupled plasma – mass spectrometer. Surface characteristics of specimens were examined using environmental scanning electron microscopy.
RESULTS: Al ion leaching values of Vita VM 13, IPS Empress and e.max Ceram porcelain were significantly different in cherry juice and lemon juice groups (p = 0,012; p <0,001). In 4% acetic acid solution, citrate buffer solution and deionized water groups, there were no statistically significant differences in Al ion leaching values among porcelain groups (p = 0.672; p = 0.222; p = 0.097). Li and Y ion leaching values of Vita VM 13, IPS Empress and e.max Ceram porcelain were significantly different in cherry juice, lemon juice, 4% acetic acid and citrate buffer groups (p <0.001). In deionized water group, there were no statistically significant differences in Li and Y ion leaching values among porcelain groups (p = 0.092; p = 0.457).
DISCUSSION AND CONCLUSION: All porcelains included in the study are degraded in acidic substances or acidic foods and beverages.

6.
Farklı iskeletsel malokluzyona sahip adolesan bireylerde yumuşak doku kalınlıklarının değerlendirilmesi
Assessment of the facial soft tissue thickness in adolescent patients with different skeletal malocclusions
Aylin Paşaoğlu Bozkurt, Yağmur Lena Sezici, Servet Doğan
doi: 10.5505/eudfd.2020.89421  Sayfalar 113 - 120
Amaç: Çalışmanın amacı, farklı malokluzyonlara sahip bireylerde yüze ait yumuşak doku kalınlık ölçümlerinin karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesidir. Yöntem: Üniversitesi Ortodonti Anabilim Dalı’na tedavi olmak amacıyla başvurmuş, normodiverjant büyüme paternine sahip 120 bireyin (60 erkek; yaş ortalaması 14,4±1,2 yıl, 60 kadın; yaş ortalaması 15,04±0,8 yıl) lateral sefalometrik röntgenleri kullanılmıştır. Röntgenler, sagittal malokluzyon tipine göre üç gruba ayrılmıştır: Sınıf I, Sınıf II ve Sınıf III. Referans düzlemi Arnett ve McLaughlin tarafından tanımlandığı şekilde belirlenmiş ve Dolphin Imaging 11.5 Software Programı kullanılarak 16 çizgisel ölçüm yapılmıştır. İstatistiksel değerlendirme için, one-way ANOVA, gruplar arası farklılıkları belirlemek amacıyla ise Bonferonni post hoc testi uygulanmıştır.
Bulgular: Tüm kalınlık ölçümleri erkeklerde kadınlardan daha yüksek bulunmuştur. Gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklar, hem kadınlar hem de erkeklerde, alt dudak uzunluğu, alt dudak çene ucu arası mesafe ve mandibular keser çene ucu arası mesafe ölçümlerinde görülmüştür. Alt dudak uzunluğu ve mandibular keser dişin çeneye olan mesafesi Sınıf III grubunda en yüksek bulunmuştur.
Sonuç: Alt dudak uzunluğu, alt dudak ve mandibular keser dişin çene ucuna olan mesafeleri her iki cinsiyet için de malokluzyon gruplarına göre farklılık göstermektedir. Yumuşak doku kalınlıkları profili ve estetiği etkilediğinden, iskeletsel malokluzyonlar arasındaki bu farklılıklar hem planlama sırasında hem de tedavi döneminde dikkate alınmalıdır.
Objectives: To evaluate and compare the facial soft tissue thickness values of patients with different types of malocclusion.
Methods: The study sample consisted of lateral cephalometric radiographs of 120 adolescent patients (60 men; mean age 14.4±1.2 years, 60 women; mean age 15.04±0.8 years) with normodivergent growth pattern, divided into three groups according to the sagittal malocclusions: Class I, Class II, and Class III. The reference line was identified according to definitions by Arnett and McLaughlin, and 16 linear measurements were analyzed by using Dolphin Imaging 11.5 Software Program. For statistical evaluation, one-way ANOVA and Bonferonni post hoc test were used.
Results: All facial soft tissue thickness measurements were found to be greater for men. Statistically significant differences among the groups were found in both women and men at the following measurements: lower lip length, lower lip to chin and mandibular incisor to chin. The lower lip length and mandibular incisor to chin was the greatest in Class III group.
Conclusion: Soft tissue thickness differences among skeletal malocclusions were observed at the lower lip length, lower lip to chin and mandibular incisor to chin measurements for both genders. The differences among skeletal malocclusions should be taken into consideration both during planning and the treatment period.

7.
Osteoporoti̇k sıçanlarda hyaluroni̇k asi̇ti̇n denti̇n grefti̇yle korti̇kal kemi̇k defektleri̇nde kemi̇k i̇yi̇leşmesi̇ne etki̇si̇ni̇n değerlendi̇ri̇lmesi
Evaluation of the effect of hyaluronic acid on osteoporotic rat bone healing in cortical bone defects with dentin graft
Uğur Mercan, Merve Çakır, Deniz Gökçe Meral
doi: 10.5505/eudfd.2020.28190  Sayfalar 121 - 129
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, osteoporotik sıçanlarda kortikal kemik defektlerinde hyaluronik asit ve dentin greftinin kemik iyileşmesi üzerindeki etkisini değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada 24 adet erişkin dişi sıçan kullanılmıştır. Sıçanlara bilateral ovarektomi yapılmış, altı hafta sonunda osteoporotik olarak kabul edilen sıçanlar, üç gruba ayrılmıştır. Grup D, Grup D-HA ve Grup C. Her hayvanın kalvarium’unda 5 mm çapında kritik boyutta bir defekt oluşturulmuştur. Defektler D grubunda; dentin grefti ile, D-HA grubunda; dentin grefti ve hyaluronik asit ile doldurulmuş, kontrol grubunda (C grubu) ise boş bırakılmıştır. Bütün hayvanlar 28. günde sakrifiye edilmiştir. Her defekt bölgesinde yeni kemik oluşumu; hematoksilen ve eozin, BMP2, TGFβ ve osteopontin seviyelerine göre hem histolojik hem de immünohistokimyasal olarak değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Histolojik olarak grup D ve grup D-HA, grup C’den anlamlı olarak daha fazla yeni kemik oluşumu göstermiştir. İmmünhistokimyasal olarak; TGFβ ve osteopontin seviyeleri Grup D-HA’da anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. BMP2 seviyeleri D grubu ve D-HA grubu arasında anlamlı farklılık göstermemiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Dentin grefti ve hyaluronik asitle birlikte dentin greftinin osteoporotik kemiklerde yeni kemik oluşumunu hızlandırdığı gözlenmiştir.
INTRODUCTION: The aim of this study was to evaluate the effect of hyaluronic acid and dentin graft on bone healing of criticalsized cortical osteoporotic bone defects.
METHODS: 24 adult female Wistar rats underwent bilateral ovariectomy. Six weeks later, when the animals were osteoporotic, the rats were divided into three groups: Group D (dentin grafted), Group D-HA (dentin grafted with hyaluronic acid) and Group C (control). A 5-mm diameter critical-size defect was created in the calvarium of each animal. In Group D; the defect was filled by dentin graft, in group D-HA; the defect was filled by dentin graft and hyaluronic acid, in group C; the control group was left empty. All animals were euthanized at 28th day. New bone formation at each defect site was evaluated both histologically and immunohistochemically according to hematoxylin and eosin, BMP2, TGFβ, and osteopontin levels.
RESULTS: Histologically, group D and group D-HA exhibited significantly more new bone formation than group C. Immunohistochemically; The TGFβ and osteopontin levels were significantly higher in Group D-HA. The BMP2 levels did not differ significantly between the groups D and group D-HA.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Dentin graft combined with hyaluronic acid enhances bone regeneration in critical-size calvarial defects in osteoporotic rats.

8.
Polimer-i̇nfiltre seramik ve lityum disilikat seramikten üretilen okluzal vener ve overlay CAD/CAM restorasyonların kırılma dayanımlarının i̇ncelenmesi
Fracture resistance of occlusal veneer and overlay CAD/CAM restorations made of polymer-infiltrated ceramic and lithium disilicate ceramic blocks
Bahar Gürpınar, Tamer Celakil, Emrah Baca, Gülümser Evlioğlu
doi: 10.5505/eudfd.2020.85866  Sayfalar 131 - 142
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmanın amacı; polimer-infiltre seramik ve lityum disilikat seramikten üretilen okluzal vener ve overlay CAD/ CAM restorasyonları kırılma direnci açısından kıyaslamaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 60 adet çürüksüz büyük azı dişi 5 gruba ayrılmıştır: Polimer-infiltre seramik (PIC)-overlay (n: 12), PICocclusal Veneer (n: 12), Lityum disilikatla güçlendirilmiş seramik (LDC)-overlay (n: 12), LDC occlusal veneer (n: 12) ve doğal dişlerden oluşan kontrol grubu (n: 12). Standart overlay ve okluzal vener preparasyonları hazırlanmıştır. Restorasyonlar CEREC ile üretilmiş, adeziv rezin siman ile simante edilmiştir. Tüm örneklere çiğneme simülatörü cihazı yardımıyla yapay yaşlandırma işlemi uygulanmış, üniversal test cihazı ile kırılma kuvvetleri belirlenmiştir. Kırık yüzeyler stereomikroskop yardımıyla incelenmiştir
BULGULAR: Veriler Tek-Yönlü Anova, Tukey HSD test ve Student t testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Kırılma kuvveti açısından kontrol grubu anlamlı düzeyde dayanıklı bulunmuş (2942,3±724,60), diğer gruplar arasında (PIC-overlay: 2196,77±427,84; PIC-occlusal veneer: 2326,19±469,07; LDC overlay: 1960,16±438,85; LDC occlusal veneer: 2148,53±460,18) anlamlı farklılık tespit edilmemiştir. Kırılma paterni açısından gruplar arasında anlamlı farklılık tespit edilmemiş; okluzal vener restorasyonlarda daha yüksek oranda Burke sınıf I-II kırıklar görülmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: LDC ve PIC materyallerinden üretilen minimal invaziv okluzal vener restorasyonların, posterior bölge dental aşınma olgularının restorasyonunda başarılı bir tedavi alternatifi olduğu saptanmıştır.
INTRODUCTION: Purpose of this study was to evaluate the fracture resistance of occlusal veneer and overlay CAD/CAM restorations made of polymer-infiltrated ceramic and lithium disilicate ceramic.
METHODS: 60 non-carious mandibular first molar teeth were divided into 5 groups: Polymer-infiltrated ceramic (PIC)-overlay group (n: 12), PIC-occlusal veneer group (n: 12), Lithium disilicate ceramic (LDC)-overlay group (n: 12), LDC-occlusal veneer group (n: 12) and control group (n: 12) which was consisted of natural teeth. Standard overlay and occlusal veneer cavities were prepared. Restorations were manufactured using CEREC, cemented with adhesive resin cement. All specimens subjected to artificial aging process in mastication simulator, fracture resistance was assessed with universal testing machine. Fractured surfaces were examined with stereomicroscope.
RESULTS: Obtained data were evaluated with 1-way ANOVA, Tukey HSD and Student t tests. In terms of fracture force values, no statistically significant difference was found among groups (PIC Overlay: 2196,77±427,84; PIC Occlusal Veneer: 2326,19±469,07; LDC Overlay: 1960,16±438,85; LDC Occlusal Veneer: 2148,53±460,18) except control group (2942,3±724,60). In terms of failure modes, no statistically significant difference was found among groups; occlusal veneer restorations showed mostly Burke class I-II fractures.
DISCUSSION AND CONCLUSION: For restorative treatment of posterior worn teeth, minimal invasive occlusal veneer restorations made of LDC or PIC materials are successful alternatives.

9.
Mandibular üçüncü molarların lingual kortikal kemik kalınlıklarının KIBT ile değerlendirilmesi
Evaluation of lingual cortical bone thickness of the mandibular third molars using CBCT
Gökhan Özkan, Umut Demetoğlu
doi: 10.5505/eudfd.2020.22599  Sayfalar 143 - 147
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, mandibular üçüncü molarların lingual kortikal kemik kalınlıklarını ölçmek ve bu kalınlığın diş pozisyonu ile ilişkisini araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Gömülü üçüncü molar dişleri içeren 649 konik ışınlı bilgisayarlı tomografi görüntüsü çalışmaya dahil edildi. Her bir dişin kron ve kök ucunun lingual yumuşak dokulara olan en yakın mesafesi ölçüldü. Gömülü dişler mezyoanguler, distoanguler, vertikal, horizontal ve bukkolingual pozisyonda gömülü olmak üzere gruplandırıldı. Dişler ayrıca yumuşak dokuya olan mesafelerine gore A, B ve C tipi olmak üzere gruplandırıldı.
BULGULAR: Altı yüz kırk dokuz dişten, 590’ı (%90,9) A tipi, 21’i (%3,2) B tipi ve 38’i (%5,9) C tipi ilişki gösterdi. Bu dişlerden 302’si mezyoanguler, 141’i distoanguler, 107’si horizontal, 86’sı vertikal, 13’ü bukkolingual pozisyonda gömülüydü. Dişlerin pozisyonları ve lingual yumuşak dokulara mesafeleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Mandibular üçüncü molarların lingual kemik kalınlıklarının çok ince olduğundan şüphelenilen, iki boyutlu görüntülemenin yetersiz kaldığı çok nadir vakada, üç boyutlu radyografik değerlendirme cerrahi işlemlerden önce komplikasyon riskini öngörmeyi sağlayabilir.
INTRODUCTION: The aim of the study was to measure the lingual cortical bone thickness of the mandibular third molars, and to investigate its relationship with the tooth position.
METHODS: Cone beam computerized tomography images which contained a total of 649 impacted mandibular third molars were included in the study. The closest distance of the crown and root tip of each tooth to the lingual soft tissues was measured. The impacted teeth were grouped as mesioangular, distoangular, vertical, horizontal, and buccolingual impaction. The teeth were also grouped as type A, B, and C relation according to their distance to lingual soft tissues.
RESULTS: Of the total 649 teeth, 590 (90.9%) showed type A relation, 21 (3.2%) type B relation and 38 (5.9%) type C relation. Of these teeth, 302 were impacted in mesioangular, 141 in distoangular, 107 in horizontal, 86 in vertical, 13 in buccolingual position. No significant difference was found between the positions of the teeth and their distance to lingual soft tissues statistically.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Three dimensional radiographic evaluation may provide for predicting the complications before surgical procedures in very rare occasions in which the lingual bone thickness of mandibular third molars is suspected to be very thin that cannot be answered by 2D imaging.

DERLEME
10.
Dişhekimliğinde nanoteknoloji ve uygulamaları
Nanotechnology in dentistry and their applications
Yeşim Dağlıoğlu, Mustafa Cihan Yavuz
doi: 10.5505/eudfd.2020.48278  Sayfalar 149 - 160
Nanoteknoloji sayesinde atom ve moleküler düzeyde materyaller ve cihazların araştırılması ve geliştirilmesi sonucu nanomalzemeler dişhekimliğinde ve uygulamalarında giderek artan şekilde kullanılır hale gelmiştir. Böylece nanodişhekimliği, teknoloji ve diş hekimliğinde bir bilim dalı olarak yerini almıştır. Gelecekte, nanodişhekimliği uygulamaları ile genel ağız sağlığının korunması ve sürdürülmesi, oral kanser ve hastalıkların hızlı teşhisi ve tedavisi veya önlenmesi gibi potansiyel etkileri ile geleneksel dişhekimliği uygulamalarının köklü bir şekilde değişmesi öngörülmektedir. Bu derlemede, dişhekimliğinde kullanılan nanomateryaller hakkında genel ve açıklayıcı bilgiler verilerek geleceğin umudu olan nanoteknolojinin dişhekimliği uygulamalarından bahsedilmektedir.
As a result of the research and development of devices and materials at atomic and molecular level due to nanotechnology, nanomaterials are increasingly used in dentistry and applications. Thus, nanodentistry, technology and dentistry has taken place as a branch of science. In the future, traditional dental practice is expected to change drastically with the potential impacts of nano development practices, such as the preservation and maintenance of general oral health, the rapid diagnosis and treatment or prevention of oral cancer and diseases. In this review, general and explanatory information about nanomaterials used in dentistry is given and the future prospects of nanotechnology are discussed.

11.
Manyetik rezonans görüntülemenin ağız diş ve çene radyolojisinde yeri ve ultra yüksek alan manyetik rezonans görüntüleme
Magnetic resonance imaging in oral and maxillofacial radiology and ultra high field magnetic resonance imaging
Samed Satir, Selmi Yilmaz
doi: 10.5505/eudfd.2020.42650  Sayfalar 161 - 167
Özellikle yumuşak dokuların görüntülenmesinde kullanılan manyetik rezonans görüntüleme, temporomandibular eklem diskinin incelenmesi, baş-boyun bölgesinde yumuşak doku kaynaklı patolojilerin görüntülenmesi, oral mukozayla ilişkili malignitelerin teşhisi gibi durumlarda kullanılmaktadır. Ultra yüksek alan manyetik rezonans görüntüleme tekniği ise günümüzde daha çok araştırma amaçlı kullanılan sistemler olup diş hekimliğini ilgilendiren çalışmalar da yapılmaktadır. Bu çalışmanın amacı; manyetik rezonans görüntülemenin diş hekimliğindeki kullanım alanlarını yapılan güncel çalışmalar eşliğinde sunmak ve ultra yüksek alan manyetik rezonans görüntülemenin diş hekimliğindeki potensiyel kullanım alanlarını incelemektir.
In particular, magnetic resonance imaging is used in the imaging of soft tissues, examination of the temporomandibular joint disc, imaging of soft tissue associated pathologies in the head and neck region, and diagnosis of malignancies related with oral mucosa. Ultra high field magnetic resonance imaging techniques are currently used for research, and studies involving dentistry are also being carried out. The purpose of this study is; to present the use areas of magnetic resonance imaging in dentistry in the context of current studies and to examine the use potential areas of ultra high field magnetic resonance imaging in dentistry.

12.
Kondil kırıklarında tedavi yaklaşımları
Treatment modalities of mandibular condylar fractures
İsmail Eser Bolat, Umut Tekin
doi: 10.5505/eudfd.2020.92485  Sayfalar 169 - 178
Kondil kırıkları maksillofasiyal kırıklar içerisinde sık görülmektedir. Tedavi edilmeyen veya yanlış tedavi edilen kondil kırıkları ciddi sonuçlara neden olabilmektedir. Kondil kırıklarının tedavisi bölge anatomisine komşu bulunan birçok önemli vital yapı nedeniyle her zaman tartışmalı bir konu olmuştur. Bu kırıkların sınıflandırılmasında ve tedavisinde birçok farklı yöntem bildirilmiştir. Kondil kırıklarının tedavisinde günümüzde kullanılan başlıca yöntemler kapalı redüksiyon ve açık redüksiyon olarak iki ana grupta toplanabilir. Kapalı redüksiyon tedavisi uzun bir dönem kondil kırıklarının tedavisinde ilk tercih olmuştur. Osteosentez materyallerindeki gelişmeler sayesinde açık redüksiyon tedavisi giderek daha popüler hale gelmektedir. Kondil kırıklarının tedavinde; kırık fragmanların durumu, hastanın yaşı ve klinik semptomları göz önünde bulundurularak en uygun tedavi yöntemi tercih edilmelidir. Bu makalede, kondil kırıklarının sınıflandırılması ve tedavisinde bildirilen güncel ve farklı tedavi yöntemleri değerlendirilmiş ve gözden geçirilmiştir.
Mandibular condylar fracture is one of the commonest maxillofacial fractures. Untreated or improperly treated mandibular condylar fractures can cause serious consequences. The treatment of mandibular condylar fractures has always been a controversial issue because of the many important vital structures adjacent to the regional anatomy. Several different methods have been reported in the classification and treatment of these fractures.The main methods currently used in the treatment of mandibular condylar fractures are divided into two main groups as closed reduction and open reduction. Closed reductiont is the first choice in the treatment of condylar fractures for a long time. Open reduction is becoming more popular due to improvements in osteosynthesis materials. The most appropriate treatment method should be chosen considering the condition of the fragments, age of the patient and clinical symptoms. In this article, current and different treatment modalities reported in the classification and treatment of condylar fractures have been evaluated and reviewed.

LookUs & Online Makale