e-ISSN 1302-7476
Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dergisi - EÜ Dişhek Fak Derg: 45 (1)
Cilt: 45  Sayı: 1 - 2024
ARAŞTIRMA
1.
Stafne Kemik Kavitesinin Konik-ışınlı Bilgisayarlı Tomografi ile Değerlendirilmesi: Retrospektif Çalışma
Evaluation of Stafne Bone Cavity by Cone-beam Computed Tomography: A Retrospective Study
Nuray Bağcı, İlkay Peker
doi: 10.5505/eudfd.2024.37132  Sayfalar 1 - 7
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, Stafne Kemik Kavitesinin (SKK) görülme sıklığını, anatomik özelliklerini ve hacimsel boyutunu konik-ışınlı bilgisayarlı tomografi (KIBT) ile retrospektif olarak değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Toplam 1664 hastanın KIBT görüntüleri retrospektif olarak incelendi. Tüm hastalara ait demografik bilgiler ve KIBT görüntülerinde tespit edilen SKK’ların bulunduğu taraf, yerleşim yeri, şekli, sınır özelliği, anatomik yapılarla olan ilişkisi ve hacimsel boyut ölçüm değerleri kaydedildi. SKK’nin hacimsel boyutunu ölçmek için medikal görüntü işleme programı (ITK-SNAP 2.4.0; Cognitica, Philadelphia, Pa) kullanıldı.
BULGULAR: 1664 hastanın, 5’i (%62.5) erkek, 3’ü (%37.5) kadın olmak üzere toplam 8’inde (%0.48) SKK tespit edildi. SKK’ların tamamı tek taraflı olarak mandibulanın posterior bölgesinde, oval şekilli ve sklerotik sınırlıydı. SKK’ların anatomik yapılarla olan ilişkisinde çoğunluğu bukkal kortikal kemik, mandibular inferior korteks ve mandibular kanal ile ilişkili olduğu (sırasıyla %37.5, %75 ve %75) belirlendi. SKK’nın ortalama hacimsel boyutu ise 416.18±180.88 mm3 idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: SKK’nın görülme sıklığı %0.48 idi. Belirlenen SKK’ların tamamı tek taraflı, oval şekilli ve sklerotik sınırlıydı ve mandibulanın posterior bölgesinde izlendi. SKK’ların ortalama hacimsel boyutu ise 416.18±180.88 mm3 olarak ölçüldü.
INTRODUCTION: The aim of this study is to retrospectively evaluate the frequency, anatomical features, and volumetric size of Stafne Bone Cavity (SBC) with cone-beam computed tomography (CBCT).
METHODS: CBCT image of a total of 1664 patients was reviewed retrospectively. The demographic information of all patients and the side, location, shape, border feature, relationship with anatomical structures, and volumetric dimension measurement values of SBCs detected in CBCT images were recorded. Medical image processing program (ITK-SNAP 2.4.0; Cognitica, Philadelphia, Pa) was used to measure the volumetric size of SBC.
RESULTS: SBC was detected in 8 (0.48%) of 1664 patients, 5 (62.5%) male and 3 (37.5%) female. All SBCs were unilaterally located in the posterior region of the mandible, oval-shaped, and sclerotic border. It was determined that SBCs were mostly associated with the buccal cortical bone, mandibular inferior cortex, and mandibular canal in their relationship with anatomical structures (37.5%, 75% and 75%, respectively). The mean volumetric size of the SBC was 416.18±180.88 mm3.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It was determined that the frequency of SBC was 0.48%. All the determined SBC was unilateral, oval-shaped, and sclerotic border, and was observed in the posterior region of the mandible. The mean volumetric size of SBCs was measured as 416.18±180.88 mm3.

2.
Ortodontiye İlişkin YouTube Videolarının İçeriği, Kalitesi ve Eğilimi
Content, Quality, and Tendency of YouTube Videos Regarding Orthodontics
Sinem İnce Bingöl, Burçak Kaya, Mustafa Yüksek, İpek Gizem Bekiroğlu, Deniz Ertüz
doi: 10.5505/eudfd.2024.03411  Sayfalar 9 - 16
GİRİŞ ve AMAÇ: Ortodontik tedavi hakkında bilgi veren YouTube videolarının içeriğini, kalitesini, kullanışlılığını ve eğilimini değerlendirmek.
YÖNTEM ve GEREÇLER: "Dişleri nasıl düzeltiriz" anahtar kelimesi Google Trendler kullanılarak seçildi. YouTube aramasında ilk 150 video arasından 84 video değerlendirilmiştir. Videolar Global Kalite Ölçeği (GKÖ) değerine ve İçerik Değerlendirme Puanı (İDP) değerlerine göre sınıflandırılmıştır. Video kaynakları, video özellikleri, GKÖ ve İDP değerleri analiz edilmiştir. Yüksek görüntülenme ve etkileşim oranlarına sahip videolar, açıkladıkları tedavi yöntemleri açısından izleyici eğilimlerini değerlendirmeye yönelik olarak değerlendirilmiştir.
BULGULAR: İDP değerine göre videoların %63,1'i düşük içerikli olarak sınıflandırılmıştır. GKÖ değerine göre videoların %41,7'si yararsız olarak sınıflandırılmıştır. En yüksek görüntülenme ve etkileşim oranlarına sahip videoların %36,7'si ağırlıklı olarak şeffaf plak tedavisi ile ilgilidir. Kendin yap (KY) videolarının %50'si daha yüksek oranlarda hastalar tarafından paylaşılmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: YouTube'da paylaşılan videolar çoğunlukla yetersiz içeriğe sahiptir ve neredeyse yarısı yararsızdır. Hasta kaynaklı videolar en düşük yüzdeyi oluşturmuştur, ancak en yüksek görüntülenme, beğenilme, beğenilmeme, yorum ve görüntülenme oranlarına sahiptir. İzleyici eğilimleri, labial sabit ortodontik tedaviyi yerleşik bir alternatifi olarak kabul ederken şeffaf plak ve KY tedavileri üzerinde yoğunlaşmıştır.
INTRODUCTION: To assess the content, quality, usefulness, and tendency of the YouTube videos that present information about orthodontic treatment.
METHODS: The keyword "How-to-straighten-teeth" was selected using Google Trends. 84 videos were assessed among the first 150 videos on YouTube search. Videos were classified according to their Global Quality Scale (GQS) and Content Evaluation Score (CES) values. The video sources, video characteristics, GQS, and CES values were analyzed. Videos with high viewing and interaction rates were evaluated to assess audience trends in terms of the treatment methods they describe.
RESULTS: According to the CES value, 63.1% of the videos were classified as low content. According to the GQS value, 41.7% of the videos were classified as useless. 36.7% of videos with the highest viewing and interaction rates were predominantly about clear aligner treatment. 50% of the do-it-yourself (DIY) videos with higher rates were shared by the patients.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The videos shared on YouTube mostly had inadequate content and nearly half of them were useless. Patient-sourced videos made up the least percentage but had the highest number of views, likes, dislikes, comments, and viewing rates. The audience trends have focused on clear aligner and DIY treatments while accepting labial fixed orthodontic treatment as an established alternative.

3.
COVID-19 Geçirmiş Periodontal Hastalıklı Bireylerde Tükürük Total Oksidan Kapasite, Antioksidan Kapasite ve Oksidatif Stres İndeksi
In Individuals with Periodontal Disease and COVID-19: Saliva Total Oxidative Capacity, Antioxidant Capacity, and Oxidative Stress Index
Özlem Fentoğlu, Hasan Basri Savaş, Hikmet Orhan, İrem Tosun Balcı
doi: 10.5505/eudfd.2024.92668  Sayfalar 17 - 24
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, COVID-19 geçirmiş periodontal hastalıklı bireylerde total antioksidan kapasite (TAK), total oksidan kapasite (TOK) ve oksidatif stres indeksi (OSİ) seviyelerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma polülasyonumuzu sistemik olarak sağlıklı gingivitisli ve periodontitisli toplam 76 birey oluşturdu. Tüm çalışma popülasyonunun COVID-19 öyküsü kayıtları alınarak, tükürük örnekleri elde edildi. Gingival indeks (Gİ), plak indeksi (Pİ), sondlama cep derinliği (SCD), sondlamada kanama yüzdesi ve klinik ataçman seviyesi (KAS)’ ni içeren klinik periodontal ölçümleri kaydedildi. Tükürük TAK ve TOK seviyeleri spektrofotometrik olarak değerlendirildi. Veriler SPSS Statistics 20.0 programı ile analiz edildi.
BULGULAR: COVID-19 geçirmiş grup C(+), geçirmemiş gruba C(-) göre artmış klinik periodontal parametreler (Pİ, Gİ, SCD), TOK ve oksidatif stres indeksi (OSİ) gösterirken, periodontitis mevcudiyetinde KAS' indeki artış ve TAK değerlerindeki azalma anlamlı idi (sırasıyla, p = 0.036 ve p =0,016). C(+) grubunun % 65’ i evre 2 ve 3 periodontitise sahipken, C(-) grupta bu oran % 17 di (p <0.05). C(+) gingivitisli grup, periodontitisli gruba oranla artmış TAK, TOK ve OSI değerleri gösterdi (p>0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamız, COVID-19 ve periodontal hastalık ilişkisinin oksidatif stres yönüyle değerlendirildiği ilk çalışma olup, geniş popülasyonlarda yürütülecek vaka kontrollü çalışmalar, iki hastalık ilişkisinin mekanistik yönüne dikkat çekilerek, halk sağlığı adına önemli bir adım oluşturacaktır.
INTRODUCTION: It was aimed to evaluate the total antioxidant capacity (TAC), total oxidant capacity (TOC) and oxidative stress index (OSI) in periodontal disease and COVID-19.
METHODS: A total of 76 individuals with systemically healthy constituted our study population. A history of COVID-19 was obtained. The periodontal measurements including gingival index (GI), plaque index (PI), probing pocket depth (PPD), percentage of bleeding on probing, and clinical attachment level (CAL) were recorded. Salivary TAC and TOC levels were evaluated spectrophotometrically. Data were analyzed with SPSS Statistics 20.0 program.
RESULTS: While group with COVID-19 (C+) had increased PI, GI, PPD, TOC and OSI compared to group who had not experienced COVID-19 (C-), the increase in CAL and the decrease in TAC values was significant in the presence of periodontitis (p = 0.036 and p = 0.016, respectively). 65% of the C(+) group had stage 2 and 3 periodontitis, while this rate was 17% in the C(-) group (p <0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Our study is the first regarding the relationship between COVID-19 and periodontal disease via oxidative stress. The case-controlled studies to be conducted in large populations will constitute an important step for public health by drawing attention to the mechanistic aspect of relationship between the two diseases.

4.
Cerrahi Tıp Branşları ve Dahili Tıp Branşlarındaki Doktorların Dental Travmalar ile İlgili Bilgi Düzeylerinin Değerlendirilmesi
Evaluation of the Knowledge Levels of Dental Trauma of Doctors in Surgical and Internal Medicine Branches
Handan Çelik, Ceren Özeren Keşkek
doi: 10.5505/eudfd.2024.98159  Sayfalar 25 - 30
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, cerrahi tıp branşları ve dahili tıp branşlarında çalışmakta olan doktorların dental travmalar ile ilgili bilgi düzeylerinin karşılaştırılması ve bu konu ile ilgili bilgi ve farkındalık düzeylerinin arttırılmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada, İzmir ili ve çevresinde çeşitli hastanelerde cerrahi ve dahili branşlarda asistan veya uzman olarak çalışan toplamda 126 hekime, dental travmalar hakkında 20 soru içeren elektronik anket uygulandı.
BULGULAR: Özellikle avülsiyon vakalarında, dişin yerine yerleştirilmesi ile ilgili tedavi prosedürleri açısından katılımcıların bilgi düzeyi düşük bulunmuştur. Ankete verilen doğru yanıtlarda, cinsiyete göre istatiksel olarak anlamlı farklılık izlenmezken (p>0,05), branş- asistan-uzman olma durumuna göre anlamlı farklılık tespit edilmiştir (p=0,045). Ayrıca yanıtlar sadece asistan-uzman olma durumuna göre incelendiğinde, asistan hekimlerin uzman hekimlerden istatiksel olarak anlamlı olarak daha yüksek puana sahip oldukları görülmüştür (p=0,013).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada tıp doktorlarının dental travmalarda acil müdahaleler konusunda yeterli bilgiye sahip olmadıkları ve bu meslek grubunda eğitimlerin yoğunlaştırılması gerektiği düşünülmektedir.
INTRODUCTION: The aim of this study is to compare the knowledge levels of the doctors working in the branches of surgical medicine and internal medicine about dental traumas and to increase the level of knowledge and awareness about this subject.
METHODS: In this study, an electronic questionnaire containing twenty questions about dental traumas was applied to a total of 126 physicians working as assistants or specialists in surgical and internal branches in various hospitals in and around İzmir.
RESULTS: Particularly in cases of the avulsion, the level of knowledge of the participants in terms of treatment procedures related to the replacement of the tooth was found to be low. While no statistically significant difference was observed in the correct answers given to the questionnaire according to gender (p>0.05), a significant difference was found according to the status of being a branch-assistant-specialist (p=0.045). In addition, when the answers were analyzed according to the status of being an assistant-specialist, it was seen that assistant physicians had statistically significantly higher scores than specialist physicians (p=0.013).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In this study, it was thought that medical doctors do not have sufficient knowledge about emergency interventions in dental traumas and that training should be intensified in this professional group.

5.
Üniversal Adezivlerin İki Farklı Rezin Simanın Dentine ve Mineye Bağlanma Mukavemeti Üzerine Etkisi
The Effect of Universal Adhesives on Bond Strength of Two Different Resin Cement to Dentine and Enamel
Semiha Ekrikaya, Sezer Demirbuğa, Burhanettin Avcı, Aysun Tuğçe Akbaş
doi: 10.5505/eudfd.2024.05914  Sayfalar 31 - 37
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, üniversal adezivlerin rezin simanların dentin ve mineye bağlanma mukavemetine etkisini araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada 60 adet yeni çekilmiş insan üst kesici dişinin fasiyal mine yüzeyi ve 60 adet yeni çekilmiş insan alt üçüncü azı dişinin orta koronal dentin yüzeyi kullanıldı. Uygulanan adeziv ve simana göre her dişte 2 numune olacak şekilde rastgele 20 grup (n=12) oluşturuldu. Mine yüzeyine %37 fosforik asit 30 saniye uygulandı, dentin yüzeyine asit uygulanmadan üniversal adeziv uygulanarak rezin siman örnekleri Tygon tüpleri ile bağlandı. Çalışmada RelyX U200 (3M ESPE,Almanya) ve VariolinkN (Ivoclar Vivadent,Liechtenstein) rezin simanlar ile Single Bond Universal (3M ESPE,Almanya), All Bond Universal (Bisco,ABD), Clearfil Universal (Kuraray,Japonya) ve FuturabondU (Voco,Almanya) adezivler kullanıldı. Numuneler 5000 termal döngüye tabi tutularak üniversal test makinesinde mikro-makaslama bağlanma testi gerçekleştirildi. Kopma tipleri Taramalı Elektron Mikroskobu (SEM) ile belirlendi. Elde edilen veriler Tek Yönlü ANOVA ve Tukey Post-Hoc testleri ile değerlendirildi(p<0.05).
BULGULAR: Üniversal adezivler rezin simanların bağlanma dayanımını istatistiksek anlamlı şekilde artırdı. Ayrıca mine gruplarındaki bağlanma dayanımı dentin gruplarından daha yüksekti. Mine de (13.5±2.8) ve dentin de (4.9±1.6) en düşük bağlanma dayanımı RelyX U200 rezin simanın adeziv uygulanmadan kullanıldığı grupta görüldü(p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Klinik uygulamalarda mineye ve dentine bağlanma dayanımını artırmak amacıyla rezin simantasyon öncesi üniversal adezivler tercih edilebilir.
INTRODUCTION: The purpose of this study was to investigate the effect of universal adhesives on the bond strength of resin cements to enamel-dentine.
METHODS: In this study,facial-enamel surface of 60 freshly extracted human upper-incisors and middle-coronal dentine surface of 60 freshly extracted human lower third-molars were used.According to applied adhesive and cement,20 groups (n=12) were randomly formed, with 2 samples each tooth.Phosphoric acid (37%) was applied to enamel surface 30 seconds,universal adhesive was applied to the dentine surface without applying acid,and resin cement samples were bonded with Tygon tubes.RelyXU200 (3M ESPE,Germany) and VariolinkN (Ivoclar Vivadent,Liechtenstein) resin cement were used with Single Bond Universal (3M ESPE,Germany),All Bond Universal (Bisco,USA),Clearfil Universal (Kuraray,Japan) and FuturabondU (Voco,Germany) adhesives were used.After the samples were subjected 5000 thermal-cycles,micro-shear bond test was performed on universal testing machine.Fracture types were determined by Scanning Electron Microscopy(SEM).Obtained data were evaluated with One-Way ANOVA and Tukey-Post-Hoc tests(p<0.05).
RESULTS: Universal adhesives increased bond strength of resin cement statistically significantly.In addition,bond strength enamel groups was higher than dentine groups.The lowest bond strength in enamel(13.5±2.8) and dentine(4.9±1.6) was observed group where RelyXU200 resin cement was used without applying adhesive(p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In clinical applications,universal adhesives can be preferred before resin cementation in order to increase bond strength to enamel-dentine.

6.
Hamilelik ve Emzirme Dönemindeki Annelerin Sıklıkla Tükettiği İçeceklerin Asiditelerinin Değerlendirilmesi
Evaluation of Acidity Values of Foods Frequently Consumed by Mothers During Pregnancy and Breastfeeding Period
Berna Kuter, Ceren Sağlam, Handan Çelik, Fahinur Ertuğrul
doi: 10.5505/eudfd.2024.48243  Sayfalar 39 - 43
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı hamilelik ve emzirme dönemindeki annelerin sıklıkla tükettiği çeşitli içeceklerin asiditelerini araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada 22 adet içecek kullanıldı. Tüm içecekler aynı sıcaklıkta ölçülmek üzere açılmadan 8 saat oda sıcaklığında bırakıldı. İçeceklerin pH ölçümleri pH metre ile yapıldı. pH ölçümleri, hazırlanan çözeltilerde, değerler stabil olana kadar beklenerek, pH probu ile gerçekleştirildi. Taze hazırlanmış içecekler kullanıldı, pH değerleri elde edildi ve ortalama pH değerleri hesaplandı. İçecekler türlerine göre meyve aromalı içecekler, çaylar, probiyotik içecekler ile süt ve ürünleri şeklinde 4 gruba ayrıldı. Gurupların ortalama pH ölçüm değerleri hesaplandı.
BULGULAR: Yapılan çalışmada meyve aromalı içecekler ve çayların karşılaştırılmasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulundu. (p<0.05) Çaylar ve probiyotiklerin karşılaştırılmasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı. (p>0.05) Aynı şekilde meyve aromalı içecekler ve probiyotik içeceklerin karşılaştırılmasında ve çaylar ile sütlü içeceklerin karşılaştırılmasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı. (p>0.05)
TARTIŞMA ve SONUÇ: Annelerin hamilelik ve emzirme döneminde tükettiği probiyotikli içecekler, süt ürünleri, çaylar ve meyve aromalı içecekler asidite özellikleri yönünden değişkenlik göstermektedir. En yüksek asit değeri meyve aromalı içeceklerde, en düşük asit değeri de çaylar da tespit edildi.
INTRODUCTION: The aim of this study is to investigate the acidity of various beverages that mothers frequently consume during pregnancy and breastfeeding period.
METHODS: 22 beverages were used in this study: All beverages were left at room temperature for 8 hours without being opened, The pH measurements of each liquid were made with pH meter. The freshly prepared beverages were used and the average pH value was calculated. Beverages were divided into 4 groups according to their types as fruit-flavored drinks, teas, probiotic drinks, and milk and dairy products. Mean pH values of groups were calculated.
RESULTS: A statistically significant difference was found in the comparison of fruit-flavored beverages and teas in the study. (p<0.05) There was no statistically significant difference in the comparison of teas and probiotics. (p>0.05) Likewise, no statistically significant difference was found in the comparison of fruit-flavored drinks and probiotic drinks, and in the comparison of teas and dairy drinks. (p>0.05)
DISCUSSION AND CONCLUSION: Probiotic drinks, milk and dairy products, teas, and fruit-flavored beverages consumed by mothers during the pregnancy and breastfeeding period vary in terms of acidity properties. The highest acid value was determined in fruit-flavored beverages, and the lowest acid value was determined in teas.

DERLEME
7.
Diş Çürüğünün Tanımı, Etiyolojisi, Risk Faktörleri ve Sınıflandırması
Definition, Etiology, Risk Factors and Classification of Dental Caries
Merve Nezir, Suat Özcan
doi: 10.5505/eudfd.2024.75010  Sayfalar 45 - 52
Diş çürüğü insanlarda sıklıkla görülen enfeksiyöz mikrobiyal bir hastalıktır. Diş çürüğünün etiyolojisinde birçok faktör etkili olabilmektedir. Bunların başında diş yapısı, fermente olabilen karbonhidrat, zaman ve karyojenik mikroorganizma olmak üzere 4 temel faktör bulunmaktadır. Diş çürüğünün önlenebilmesi için etiyolojik faktörlerin kontrol altına alınması gerekmektedir. Diş çürüğünün kontrol altına alınmasında risk faktörlerinin bilinmesi kritik öneme sahiptir. Çürük risk faktörleri arasında; tükürük, diyet, flor, oral biyofilm, ağız hijyeni, yaşam tarzı ve sosyoekonomik durum gibi birçok faktör yer almaktadır. Diş çürüğü meydana geldikten sonra müdahale edilmezse ilerleyici bir özelliğe sahiptir. Bu nedenle hem çürük oluşumu gerçekleşmeden önce hem de çürük başlangıç seviyesindeyken önleyici ve durdurucu tedaviler önem kazanmaktadır. Söz konusu tedavilerin planlanabilmesi için öncelikle bireyin çürük riskinin belirlenmesi gerekmektedir. Bireyler çürük risklerine göre düşük risk grubu, orta risk grubu ve yüksek risk grubu olarak ayrılabilmektedir. Özellikle yüksek risk grubunda ve orta risk grubunda çürük önleyici ve durdurucu tedavilerin önemi büyüktür. Diş çürükleri hem tanımlanmasını kolaylaştırmak hem de önlenmesi veya durdurulmasında en uygun dental tedaviyi belirlemek amacıyla çeşitli şekillerde sınıflandırılmıştır.
Dental caries is a common infectious microbial disease in humans. Many factors can be effective in the etiology of dental caries. At the beginning of these, there are 4 basic factors: tooth structure, fermentable carbohydrates, time and cariogenic microorganism. Etiological factors must be controlled in order to prevent dental caries. Knowing the risk factors is critical in controlling dental caries. Caries risk factors include many different factors; such as saliva, diet, fluoride, oral biofilm, oral hygiene, lifestyle and socioeconomic status. If dental caries is not intervened after it occurs, it has a progressive feature. For this reason, preventive and interceptive treatments become important both before the formation of caries and at the initial grade of caries. In order to plan the treatments in question, the caries risk of the individual must first be determined. Individuals can be divided into low risk group, medium risk group and high risk group according to their caries risk. Especially in the high risk group and medium risk group, caries prevention and interception have great importance. Dental caries have been classified in various ways both to facilitate its identification and to determine the most appropriate dental treatment to prevent or intercept it.

8.
Gelı̇şı̇msel Mı̇ne Defektlerı̇nı̇n Epı̇demı̇yolojı̇k Değerlendı̇rı̇lmesı̇: Bı̇r Güncelleme
Epidemiological Evaluation of Developmental Enamel Defects: An Update
Bahar Melis Akyıldız, Zeynep Uçar
doi: 10.5505/eudfd.2024.36693  Sayfalar 53 - 62
Gelişimsel mine defektleri; normal mine dokusundan daha düşük kalitede mine dokusuyla kendisini gösteren, mine dokusunun gelişimi sırasında bir yıkım oluşması ya da gelişiminin duraklaması sonucu ortaya çıkan kalıtsal ya da edinsel olabilen defektlerdir. Minenin gelişimindeki bozuklukların etiyolojisi; genetik, sistemik, lokal veya çevresel faktörleri içermektedir. Defektin şiddeti, genellikle defektin meydana geldiği gelişim aşamasına ve ayrıca defektin kapsamına ve süresine bağlıdır. Gelişimsel mine defektleri; lokalize ve generalize olarak olarak ve ayrıca kalıtsal (genetik) ve edinsel (çevresel) olarak sınıflandırılabilmektedir. Çalışmalar, gelişmiş ülkelerde ve sağlıklı çocuklarda GMD prevalansının süt dentisyonda %10-%49 ve daimi dişlerde %9-%63 arasında olduğunu bildirmektedir. Gelişimsel mine defektlerinin doğru bir şekilde teşhisi oldukça önemlidir. Bu defektlerin tedavisinde aile, hekim ve hasta iş birliği gerekli olmaktadır. Tedavi yaklaşımı, erken teşhis ve koruyucu tedavi odaklı olmalıdır. Ancak günümüzde bu defektler, çocuklarda ve ergenlerde giderek artan bir diş tedavisi yüküne neden olmaktadır. Gelecekte koruyucu diş hekimliği uygulamaları politikalarının yaygınlaşmasıyla bu defektlerin daha erken yaşlarda tespit edilerek tedavisi ve prognozu açısından daha umut vaad edici sonuçlar elde edilebileceği düşünülmektedir.
Developmental enamel defects are hereditary or acquired defects that manifest themselves with enamel tissue of lower quality than normal enamel tissue, and occur as a result of destruction or cessation of development during the development of enamel tissue. The etiology of developmental enamel defects includes genetic, systemic, local or environmental factors.The severity of the defect often depends on the stage of development at which the defect occurs, as well as the extent and duration of the defect.Developmental enamel defects can be classified as localized and generalized, as well as inherited (genetic) and acquired (environmental).Studies report that the prevalence of developmental enamel defects in developed countries and healthy children is between 10%-49% in primary dentition and 9%-63% in permanent dentition.Diagnosis of developmental enamel defects is very important.Collaboration of family, physician and patient is required in the treatment of these defects. The treatment approach should be focused on early diagnosis and preventive treatment. Today, however, these defects cause an increasing burden of dental treatment in children and adolescents.It is thought that with the spread of preventive dentistry practices in the future, these defects can be detected at earlier ages and more promising results can be obtained in terms of treatment and prognosis.

9.
Çocuklarda COVID-19 ve MIS-C ile İlişkili Oral Semptomlar
Oral Symptoms Associated with COVID-19 and MIS-C in Children
Gülser Kılınç, Saime Esin Güney, Gülçin Bulut
doi: 10.5505/eudfd.2024.09825  Sayfalar 63 - 68
Çocuklarda Multisistem Inflamatuar Sendrom (MIS-C), 2019 Koronavirüs Hastalığı (COVID-19) ile ilişkili olan yeni ve tehlikeli bir çocukluk hastalığıdır. Pediatrik hastalarda, SARS-CoV-2 genellikle hafif semptomlarla görülüyor olsa da, hastaların küçük bir bölümünde, MIS-C ile ilişkili çoklu organ yetmezliğine bağlı yoğun bakım ihtiyacı olabilir. Bu dönemde COVID-19 ve MIS-C geçiren çocuk hastalarda oral lezyonlar görülmektedir. Etkilenen en yaygın bölgeler dil, yanak mukozası ve dudaklardır. Oral bulgular önemli özelliklerdir ve bu hastalığın tanı ve tedavisinde rol oynayabilir. Bu derlemede COVID-19 ve MIS-C’li çocuklarda oral mukozal lezyonlar özetlenmiştir.
Multisystem Inflammatory Syndrome in children (MIS-C) is a new dangerous childhood disease that is temporally associated with Coronavirus Disease 2019 (COVID-19). SARS-CoV-2 in pediatric patients usually present with mild symptoms, however a small proportion of them may require intensive care due to multiorgan failure related to MIS-C. During the course of the disease of COVID-19 and MIS-C, oral lesions are observed in pediatric patients. Oral lesions are seen in pediatric patients who have had COVID-19 and MIS-C during this period. The most common affected sites are the tongue buccal mucosa and lips. Oral manifestations are important features and may play a part in the diagnosis and management both of the diseases. This review article summarises the oral mucosal lesions in children with COVID-19 and MIS-C.

LookUs & Online Makale