e-ISSN 1302-7476
Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dergisi - EÜ Dişhek Fak Derg: 36 (2)
Cilt: 36  Sayı: 2 - 2015
DERLEME
1.
Ağız Kokusu Ve Güncel Tedavi Yaklaşımları
Oral Malodor And Current Treatment Perspectives
Gökhan Özkan, Ali Toptaş
doi: 10.5505/eudfd.2015.89410  Sayfalar 56 - 59
Ağız kokusu genellikle kötü ağız hijyeni, periodontitis, derin çürük, takma dişler, apikal lezyonlar ve dil üzerindeki artıklar nedeniyle ortaya çıkan oldukça yaygın bir problemdir. Sıklıkla rutin klinik incelemede ortaya çıkar. Hastaların bütün yaşamını etkileyecek ciddi sosyal ve kişisel problemlere yol açar. Günümüze kadar birçok tedavi yöntemi uygulanmasına rağmen, hala büyük bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu derlemenin amacı, ağız kokusunun etiyolojisi hakkında bilgi vermek ve güncel tedavi seçeneklerini öne çıkarmaktır.
Oral malodor is a very common problem usually caused by poor oral hygiene, periodontitis, advanced caries, dentures, apical lesions and debris on the tongue. It is frequently discovered in routine clinical examination. It results in to serious social and personel problems among patients that affects of their whole life. Although lots of treatment procedures were performed up to date, oral malodor still remains as a major issue. The aim of this review is to give information about the etiology of oral malodor and to highlight the current treatment options.

2.
Estetik İmplant Dayanaklar
Esthetic Implant Abutments
Gizem Nur Bağrıvatan, Melahat Çelik, Altuğ Çilingir, Gülsen Bayraktar
doi: 10.5505/eudfd.2015.83703  Sayfalar 60 - 66
Diş hekimliğinde restorasyonların estetik beklentilerin artması ve beraberinde CAD/CAM sistemlerinin geliştirilmesiyle estetik implant dayanaklar protetik tedavilerde kullanılmaya başlamıştır. Beklentilerin artması sebebiyle, implant tedavilerinin hem cerrahi hem de protetik tedavi seçenekleri üreticiler tarafından geniş bir alanda kullanımımıza sunulmaktadır. Titanyum ve diğer metal alaşım implant dayanaklar doku uyumu ve yeterli mekanik özelliklere sahip olmalarına rağmen diş etinde gri yansımalara neden olmakta ve protetik tedavinin başarısını olumsuz etkilemektedir. İstenilen tedavi sonucunun alınabilmesi için implant ve restorasyon çeşitliliğine uygun mekanik ve estetik beklentileri karşılayacak dayanak çeşitliliği de mevcuttur. Günümüzde metal alt yapılı restorasyonlardan uzaklaşılması, porselenin estetik özelliği ve biyouyumluluğu sebebiyle implant sistemlerinde de seramik dayanaklar kullanılmaya başlanmıştır. Titanyum dayanakların yüksek sağkalım oranı göstermesine rağmen, ön bölge implant üstü protetik tedavilerin estetik beklentiyi karşılayıp karşılamadığı da tedavi başarısını doğrudan etkilemektedir.
Esthetic abutments and CAD/CAM systems began to be used in dental prosthetic treatments with increased esthetic expectations of restorations. Both surgical and prosthetic treatment options are presented in a wide range by the manufacturers. Titanium and other metal-alloy implant abutments have provided reliable and biocompatible substructures for implant/abutment-supported crowns. However, their gray metallic color often leads to gray or blue discolorations of the surrounding soft tissues. A variety of implants, abutments and restorations differing in design and biomaterials have been introduced to achieve optimal mechanical, biological, and esthetic treatment outcomes. In recent years; ceramic abutments are used commonly in implant supported prosthetic treatments due to their biocompatability and esthetic proporties. Despite the high survival rates of titanium abutments, the esthetic outcome should also be considered as a success factor, especially in the anterior esthetic zone.

ARAŞTIRMA
3.
Türk Toplumunda Dijital Panoramik Radyografilerde Uzamış Stiloid Proçes Görülme Sıklığının Araştırılması
Investigation of the Prevalence of Styloid Process Elongation on Digital Panoramic Radiographs in Turkish Population
Melek Taşsöker, Güldane Mağat
doi: 10.5505/eudfd.2015.65487  Sayfalar 67 - 73
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmanın amacı Türk toplumunda uzamış stiloid proçesin (SP) panoramik radyografilerde görülme sıklığını belirleyerek, SP uzunlukları ile bireylerin yaş ve cinsiyetleri arasındaki ilişkiyi araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2012-2014 yılları arasında ilk muayene için Selçuk Üniversitesi, Dişhekimliği Fakültesi, Ağız, Diş ve Çene Radyolojisi Kliniği’ne başvuran 1000 hastanın (500 kadın, 500 erkek) dijital panoramik radyografisi veri tabanından elde edilmiştir. Bireyler yaşlarına göre beş gruba ayrılmıştır (≤20, 21-30, 31-40, 41-50, >50). Her iki taraf SP uzunlukları ölçülmüş ve 30 mm’den fazlası uzamış kabul edilmiştir. Elde edilen veriler Wilcoxon, Kruskal Wallis, Mann-Whitney U ve Ki-Kare testleri ile değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Ölçülen 2000 adet SP’nin (1000 panoramik radyografi) 327 (% 16,3) tanesi uzamıştır (>30 mm). SP uzunluğunun yaş grupları ve cinsiyete göre farklılık gösterdiği tespit edilmiştir (p<0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Panoramik radyografiler semptomatik/asemptomatik uzamış stiloid proçesin tanısında kullanışlı, ekonomik ve kolay erişilebilen tanı araçlarıdır; bununla birlikte daha büyük örnek gruplarıyla uzamış stiloid proçes prevalansının değerlendirilmesi daha yararlı olabilecektir.
INTRODUCTION: The aim of the study was to investigate the prevalence of elongated styloid process (SP) on panoramic radiographs and evaluate the relationship between SP length and subject age and gender.
METHODS: 1000 panoramic radiographs of patients (500 males, 500 females) who referred to Selcuk University, Faculty of Dentistry, Oral and Maxillofacial Radiology Department for an initial visit between 2012-2014 years was collected from the database. The individuals were divided into five age groups (≤20, 21-30, 31-40, 41-50, >50 years). Length of SPs was measured on both side and it was considered 30 mm as a threshold for elongation of the process. The data were analyzed by using Wilcoxon, Kruskal-Wallis, Mann-Whitney U and Chi-squared tests.
RESULTS: Out of 2000 measurable SPs (1000 panoramic radiographs) 327 (16,3%) SPs were elongated (>30 mm). Significant association was obtained between SP length and different age subgroups and subject gender (p<0,05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The panoramic radiographs are economical, easily accessible and useful diagnostic tool for detection of elongated styloid process with or without symptoms. However, we considered that studies with larger sample size would further help to assess the prevalance of that.

4.
Mineral Trioksit Agregat’ın Farklı Mikroorganizmalar Üzerine Antimikrobiyal Etkinliğinin İncelenmesi
Evaluation Of Antimicrobial Effect Of Mineral Trioxide Aggregate On Various Microorganisms
Tuğba Türk, Hicran Dönmez Özkan, Tansel Yalçın, Ilgın Akçay
doi: 10.5505/eudfd.2015.58661  Sayfalar 74 - 78
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu in vitro çalışmanın amacı; disk difüzyon yöntemiyle beyaz mineral trioksite aggregate (ProRoot MTA, Dentsply, Almanya) (MTA)’ın standart, Enterococcus faecalis (ATCC 29212), Enterococcus faecium (DSM 13590), Candida albicans (ATCC 10239) ve Streptococcus epidermidis (ATCC 12228) suşları üzerindeki antimikrobiyal etkinliğini incelemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Her suş için farklı tüpler içinde 1,5x108 CFU/ml olacak şekilde mikroorganizma süspansiyonları hazırlandı ve bu süspansiyonlardan triptik soy besiyerlerine yayma ekimleri yapıldı. Her petride çapı 6 mm, kalınlığı 2 mm olan kuyucuklar açıldı. Kuyucuklara aynı boyutlarda hazırlanan MTA diskleri veya kontrol ajanları yerleştirildi. Yirmi dört saatlik inkübasyondan sonra örneklerin etrafında oluşan inhibisyon zonları ölçüldü ve kaydedildi. Elde edilen bulgular Tek Yönlü Anova ve Tukey testleri ile istatistiksel olarak değerlendirildi (p=0.05).
BULGULAR: Disk difüzyon testi sonuçlarına göre 24 saatlik inkübasyon periyodu sonunda; MTA, test edilen tüm mikroorganizmalar üzerinde çeşitli düzeylerde inhibisyona neden oldu. MTA, E. faecalis, E. faecium ve S. epidermidis üzerinde benzer antibakteriyel etki gösterdi (p > 0,05). C. albicans üzerindeki antifungal etkinin ise anlamlı olarak daha fazla olduğu görüldü (p < 0,05). Kontrol ajanları, test edilen mikroorganizmalar üzerinde daha büyük inhibisyon alanı oluşturdu (p < 0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmanın limitleri dahilinde; MTA, test edilen mikroorganizma türleri üzerinde inhibe edici etki gösterdi.
INTRODUCTION: The aim of this study was to evaluate the antimicrobial effects of mineral trioxide aggregate (MTA) by agar disc diffusion test on the standard strains of Enterococcus faecalis (ATCC 29212), Enterococcus faecium (DSM 13590), Candida Albicans (ATCC 10239) and Streptococcus Epidermidis (ATCC 12228).
METHODS: Colonies of each strain were harvested and microorganisms were diluted to obtain a suspension of approximately 1,5x108 cfu/ml. Petri plates with Triptic soy broth were inoculated with experimental suspensions. MTA discs prepared as 2 mm length and 6 mm diameter. Standard holes were punched in the cultivated agar plates and filled with MTA disc or control agents. After 24 hours incubation, the diameters of the zone of inhibition were measured and recorded. One–way Anova and Tukey tests were used for statistical analysis (p=0.05).
RESULTS: The result of the disc diffusion tests showed that MTA were effective on the tested microorganisms. MTA showed similar antimicrobial effects on E. faecalis, E. faecium and S. Epidermidis (p > 0.05), however it was more effective on C.albicans (p<0,05). Control agents showed larger inhibition zone than MTA (p > 0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: It appears that under the conditions of this study, MTA displayed same antibacterial and antifungal effects against each of the microorganisms tested.

5.
Farklı İçeriğe Sahip Estetik Restoratif Materyallerin Polimerizasyon Sonrası Renk Değişimlerinin Değerlendirilmesi
Evaluation Of Color Change After Polymerisation Of Esthetic Restoratives With Different Composition
Hüseyin Hatırlı, Bilal Yaşa, Adem Gök, Mehmet Dallı
doi: 10.5505/eudfd.2015.50023  Sayfalar 79 - 85
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, farklı içeriklere sahip yedi estetik restoratif materyalin polimerizasyon sonrası meydana gelen renk değişiminin değerlendirilmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada nanofil, nano-hibrit ve mikro-hibrit kompozit rezin, siloran kompozit rezin, kompomer, ormoser ve giomer restoratif materyalleri test edildi. Materyal örnekleri 10-mm genişliğinde ve 2-mm derinliğinde teflon kalıplarda hazırlandı. Renk ölçümleri non-kontakt tip spektrofotometre ile sertleştirme öncesinde ve sonrasında yapıldı ve CIE L*a*b renk sistemi kullanılarak renk değerlerindeki değişimler hesaplandı. Elde edilen veriler tek yönlü ANOVA ve Tukey çoklu karşılaştırma testi ile istatistiksel olarak analiz edildi.
BULGULAR: Tek yönlü ANOVA sonucuna göre; restorasyon materyallerinde görülen polimerizasyon sonrası renk değişimleri istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p ≤ 0.05).. Test edilen materyallerin renk değişim değerlerinin (ΔE) 3.37 ile 13,76 aralığında olduğu tespit edildi. Polimerizasyon ile en yüksek renk değişimi siloran kompozit grubunda gözlenirken, en düşük renk değişimi nano-hibrit kompozit grubunda gözlendi. Polimerizasyon sonrasında tüm gruplarda ΔL*, ve Δb* değerlerinde azalma izlenirken, Δa* değerlerinde ise artış izlendi (p ≤ 0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Restorasyon materyallerinde polimerizasyon sonrası ortaya çıkan klinik olarak kabul edilemez renk değişikliği yapılan restorasyonun renk uyumsuzluğuna neden olabilir. Bu nedenle, özellikle estetik bölgede yapılacak olan bir restorasyon öncesinde, klinisyenin kullandığı restoratif materyalin renk özelliklerini iyi bilmesi ve renk seçimini polimerizasyon sonrası oluşan sonuç rengi baz alarak yapması önerilmektedir.
INTRODUCTION: The aim of this study is to evaluate color change after polymerisation of seven restorative materials with different composition.
METHODS: Nanofill, nano-hybrid and micro-hybrid composite resin, silorane composite resin, compomer, ormocer and giomer were tested in this study. Ten millimeters in diameter and 2 mm in thickness cylindrical teflon mold was used for specimen preparation. Color measurements were performed before and after polymerisation using non-contact type spectrophotometer and changes in color parameters were calculated by using CIE L*a*b* color system. The data were statistically analysed using one-way ANOVA and Tukey’s multiple comparison test.
RESULTS: One-way ANOVA revealed that colors of restorative materials were significantly affected after polymerisation (p ≤ 0.05). The ΔE values were ranged from 3,37 to 13,76. The highest color change was observed in silorane composite and the least change was observed in nano-hybrid composite. While ΔL* and Δb* values decreased after polymerisation for all groups, Δa* values increased (p ≤ 0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Clinically unacceptable color change of restorative materials after polymerisation may lead to failure regarding color mismatch of restoration. Therefore, especially before a restoration in the esthetic zone, it is suggested that clinician should be aware of color characteristics of resin-based restoratives after polymerisation and perform shade-matching of restoratives based on polymerised shades.

6.
Dentoalveolar Yaralanmalar Hakkında Aydın İlindeki Ailelerin Bilgi Düzeylerinin Değerlendirilmesi
Assessment of Parental Knowledge and Attitudes in Aydın City Regarding the Dentoalveolar Injuries
Gülçin Doğusal, Bahar Melis Akyıldız, Işıl Sönmez
doi: 10.5505/eudfd.2015.30301  Sayfalar 86 - 92
GİRİŞ ve AMAÇ: Dentoalveolar yaralanmalar çocuklar ve adölesanlarda sıklıkla rastladığımız, dişler ve çevre dokularını etkileyen, bireyde psikososyal problemler yaratabilen ve tedavi gereksinimine bağlı ekonomik sıkıntıları beraberinde getiren kompleks bir durumdur. Bu çalışma, travmatik dental yaralanmalar karşısında ebeveynlerin bilgisini ve ilk müdahaleye yönelik yaklaşımlarını değerlendirmeyi amaçlamaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Adnan Menderes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Pedodonti Anabilim Dalı tarafından hazırlanan anket, bölümümüze başvuran 550 hastanın ebeveynine uygulanmıştır. İncelemeler sonucunda eksiksiz olarak doldurulmuş 518 anket değerlendirmeye alınmıştır.
BULGULAR: Ebeveynlerden sadece % 23,5’i daha önce diş yaralanmaları hakkında bilgilendirildiklerini söylemektedir. Bilgi kaynakları arasında diş hekimi, aile hekimi ve internet önde gelmektedir. Ebeveynlerden % 81,8’i bu yaralanmaların acil bir durum olduğunu düşünmektedir; fakat yalnızca % 16,2’si bu konuda durumu kontrol edebilecek bilgi düzeyine sahip olduğunu bildirmiştir. Ebeveynlerin sadece %7,4’ü yerinden çıkmış bir dişi tekrar yerine koyabileceğini bildirmiştir. Dişi yerine yerleştirmeden önce temizliği ile ilgili olarak ebeveynlerin %41,3’ünün bir fikri bulunmamaktadır. Dişin avülse olması halinde ebeveynlerin ilk başvurduğu yerler arasında % 52 ile ağız diş sağlığı merkezleri ilk sırada yer almaktadır. Sağlık kuruluşlarına başvurma süreleriyle ilgili olarak ebeveynlerin %40’ı ilk 30dk.’da gidilmesi gerektiğini düşünmektedir. Yerinden çıkmış dişi diş hekimine götürürken nasıl muhafaza edilmesiyle ilgili ebeveynlerin %43,6’sının herhangi bir fikri bulunmamaktadır
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ebeveynlerin travmatik diş yaralanmaları ile ilgili olarak bilgi seviyelerinin yeterli düzeyde olmadığı gözlenmiştir. Bu konuda topluma daha çok ulaşılabilecek okul, hastane gibi kurumlarda bilgilendirmenin artırılması gerekmektedir.
INTRODUCTION: Traumatic dentoalveolar injuries occur frequently in children and adolescents, affecting teeth, their supporting structures and adjacent soft tissues and contributing to major psychosocial and economic problems. The aim of this study was to examine parental knowledge and attitudes about traumatic dentoalveolar injuries and emergency treatment in children.
METHODS: A total of 550 parents of children who attended Adnan Menderes University, Faculty of Dentistry, Department of Pediatric Dentistry were asked to fill a questionnaire. 518 questionnaire which were filled completely were included to the study.
RESULTS: 23,5% of parents reported that they had been informed before about dentoalveolar injuries. They indicated the information sources as their dentists, family doctor and internet. 81,8% of parents thought that dentoalveolar injuries is an emergency case and only 16,2% of them said that they have enough knowledge to control that emergency case. 7,4% of parents reported that they would reimplant the avulsed tooth in its socket. 41,3% of parents have no idea about cleaning of avulsed permanent teeth before reimplantation. 52% of parents reported that they would refer to an oral and dental health center after a dentoalveolar injury. 40% of parents thought that they should refer to a health care center within first 30 minutes. 43,6% of parents had no information about avulsion treatment and storage medium.
DISCUSSION AND CONCLUSION: This study revealed that the parental knowledge about the emergency treatment and dentoalveolar injuries in children is inadequate and that educational campaigns in schools or hospitals are necessary to improve the knowledge of the society about dentoalveolar injuries.

OLGU SUNUMU
7.
İnternal Kök Rezorbsiyonu Gözlenen Bir Olgunun Multidisipliner Tedavisi
Multidisciplinary Management of An Maxillary Right Lateral Incisor With Internal Root Resorption
Mehmet Emin Kaval, Burcu Şerefoğlu, Pınar Gümüş
doi: 10.5505/eudfd.2015.40412  Sayfalar 93 - 97
Bu olgu bildiriminin amacı internal kök rezorbsiyonu gözlenen sağ üst lateral kesici dişte uygulanan tedavi protokolü ve olgunun üç yıllık takibinin sunulmasıdır. Otuz altı yaşındaki erkek hasta sağ üst çene lateral kesici dişinden kaynaklı ağrı şikâyeti ile kliniğimize başvurdu. Klinik ve radyografik değerlendirmelerde sağ üst lateral kesici dişte internal kök rezorbsiyonu varlığı tespit edildi. Giriş kavitesinin açılmasının ardından kök kanalları Hedström el eğeleri kullanılarak step back tekniği ile şekillendirildi ve seansın sonunda kalsiyum hidroksit patı kanala uygulandı. İki hafta sonra hastanın herhangi bir klinik şikâyetinin olmadığı gözlendi. İlgili dişin kök kanalı biyomekanik şekillendirmeyi takiben, gütaperka ve biyoseramik esaslı kök kanal patı ile lateral kompaksiyon tekniği kullanılarak dolduruldu. Tedaviyi takip eden 12. ayda ilgili dişten kaynaklı fistül varlığı ve orta şiddette ağrı tespit edildi; bu nedenle endodontik cerrahi tedavi uygulanmasına karar verildi. Tam kalınlıklı mukoperiostal flep kaldırılarak rezorbsiyon alanına ulaşım sağlandı, granülasyon dokusunun uzaklaştırılması ve defektin küretajını takiben Mineral Trioksit Agregat (MTA) ile rezorbsiyon alanı örtülendi. Üçüncü yılsonunda dişin asemptomatik olduğu ve periradiküler lezyonun önemli derecede iyileştiği gözlendi.
The aim of the present case report was to present the treatment approach and three years outcome of the treatment of a maxillary right lateral incisor with internal root resorption. A 36-year-old male patient suffering from recurrent pain in the maxillary right lateral incisor was referred to our clinic. After clinical and radiographic examination, an internal resorption was observed in the maxillary right lateral incisor. Following access cavity preparation, the root canal was prepared with K-files using step back technique, and calcium hydroxide paste was placed in the root canal at the end of the appointment. After two weeks the patient was asymptomatic, and the root canal was obturated with gutta-percha and bioceramic-based root canal sealer using lateral compaction technique. At the 12 months follow-up examination, patient was suffering from mild pain around the related tooth and there was a sinus tract associated with the resorption area. Access to the resorption area was achieved by elevating a full thickness mucoperiostal flap and the granulation tissue was removed. Mineral trioxide aggregate was applied to the resorption area and was compacted into the defect. At the three years follow-up, the tooth was asymptomatic and significant healing of the periradicular lesion was observed radiographically.

ARAŞTIRMA
8.
Maksiller Retrognatiye Sahip Postpubertal Dönemdeki Bir Hastanın Cerrahi Destekli Hızlı Üst Çene Genişletmesi Ve Yüz Maskesi İle Tedavisi: Olgu Sunumu
Postpubertal Treatment Of A Patient With Maxillary Retrognathism By Surgically Assisted Rapid Maxillary Expansion And Face Mask: Case Report
Bülent Çatalbaş, Enes Tan
doi: 10.5505/eudfd.2015.93064  Sayfalar 98 - 104
Bu olgu sunumunda iskeletsel Sınıf III malokluzyona sahip bir hastanın tedavisinde uygulanan cerrahi destekli hızlı üst çene genişletmesi (CDRME) ve yüz maskesinin (Rev. HG) dentofasiyal yapılar üzerine etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Kliniğimize başvuran 15 yaşındaki bayan hastanın temel şikayetleri üst çenesinin geride olması ve gömülü kanin dişiydi. Yapılan klinik ve sefalometrik değerlendirmeler sonucu hastanın Sınıf III gelişim gösterdiği ve maksiller darlığı olduğu gözlendi. Tedavi amacıyla full akrilik kaplı hızlı üst çene genişletme (RME) apareyi uygulandı ve cerrahi destek için ameliyata alındı. Yeterli genişletme elde edildikten sonra yüz maskesine geçildi. Aparey çıkarıldıktan sonra bondingi yapıldı. Gömülü olan kanin dişi buton yardımıyla sürdürüldü. CDRME ile transversal darlık çözüldü. Yüz maskesi kullanımıyla maksiller gerilik elimine edildi. Bu sayede, kabul edilebilir bir oklüzyon ve yüz estetiği sağlandı. İskeletsel Sınıf III anomaliye sahip hastaya uygulanan CDRME sayesinde hem maksiller darlık giderilmiş hem de yüz maskesinden elde edilecek sonuç pozitif yönde arttırılmıştır.
In this case report, the effects of surgically assisted rapid maxillary expansion (SARME) and face mask (Rev. HG) treatment on dentofacial structures were examined. The main complaints of 15 years old female patient were maxillary retrognathism and impacted canine. Clinical and cephalometric examination was shown that she had skeletally Class III relationship and maxillary deficiency. Full cap acrylic coating appliance was applied for treatment purposes and the patient was admitted for surgical support. After obtaining adequate expansion, face mask treatment was started. Later on removing the full acyrlic cap appliance, bonding procedures were done. Impacted canine were elongated by the help of button. Maxillary transversal deficiency was solved with SARME. Maxillary deficiency was eliminated by using a face mask. Thus, an acceptable occlusion and enhanced facial esthetics were provided. Due to the SARME, both maxillary deficiency was eliminated and positive results from the face mask was increased in patient with skeletal Class III anomaly.

LookUs & Online Makale