DERLEME | |
1. | Dişetinin Ekstraselüler Matriksi Extracellular Matrix of Gingiva Nurcan BuduneliSayfalar 1 - 12 Bu derlemenin amacı, periodontal sağlık ve hastalığı belirleyen mekanizmalarla ilgili olarak, ekstraselüler matriks molekülleri ve matriks-hücre ilişkileri hakkındaki bilgileri gözden geçirmektir. Diş yüzeylerindeki mikrobiyal dental plak birikimi sonucunda oluşan gingivitis ve periodontitis, insanlarda görülen en yaygın kronik enflamatuvar hastalıklar olmayı sürdürmektedir. Dişeti ekstraselüler matriksinin içeriği ve yapısı sadece enflamasyonda değil, yara iyileşmesi ve ilaca bağlı dişeti büyümelerinde de önemli bir yapıyı oluşturur. Dişeti ekstraselüler matriksi kollagenler, nonkollagenöz proteinler ve proteoglikanlar ile bunların reseptörlerini içerir. Epitel ile bağ dokusu, ve hücreler ile ekstraselüler matriks ilişkilerinin anlaşılabilmesi, periodontal hastalıkların patogenezine yönelik önemli bilgiler ortaya koyacaktır. Hücrelerin manipülasyonu, yeni tedavi yöntemlerinin geliştirilebilmesi, doku rejenerasyonunun yönlendirilebilmesi ve bireysel yatkınlık yaratan faktörlerin tanımlanabilmesi için bu bilgilerden yararlanılabilecektir. The aim of the present review is to provide an overview to the extracellular matrix molecules, the interactions between the matrix and cells in relation to periodontal/ health and diseases. Gingivitis and periodontitis remain to be the most common chronic inflammatory diseases affecting humans. The structure and composition of gingival extracellular matrix is important not only for inflammation, but also for wound healing and drug-induced gingival/ overgrowth. Extracellular matrix of gingiva comprises collagens, noncollagenous proteins, proteoglycans and their receptors. Clarification of the interactions between the epithelium and connective tissue as well as cells and the extracellular matrix may provide important information upon the pathogenic mechanisms acting in gingivitis and periodontitis. Such substantial knowledge may eventually lead to manipulation of periodontal cells, development of new treatment approaches, guiding the tissue regeneration and identification of individual susceptibility factors. |
2. | Diş çürüğü ve genetik Dental caries and genetics Ferit Özata, Ayşegül Demirbaş KayaSayfalar 13 - 21 Diş çürüğünün başlaması ve ilerlemesinin daha iyi anlaşılabilmesi için uzun zamandır devam eden çalışmalar yapılmaktadır. Bazı kişilerin dişlerinin çürüğe daha yatkın oluşunu açıklayabilecek faktörler olmasına rağmen henüz kesin bir fark belirlenememiştir. Herediter faktörler çürük gelişimini etkileyebilirler mi? Çürüğe yatkınlık ya da dirençle ilişkili genetik bir katılım var mıdır? Eğer varsa genetik ifadenin yolları nelerdir? Araştırıcılar çürük ve genetiğin açıklanmasında başlıca üç yol izlemişlerdir: Ailesel çalışmalar, ikiz çalışmaları ve çürüğe yatkın ve dayanıklı bireylerde karşılaştırmalı çalışmalar. Bu yazıda çürüğe yatkınlık ve dirençle ilgili genetik faktörler konusundaki çalışmalar derlenmiştir. Bu alandaki bilgilerin artması çürük riski olan bireylerin belirlenmesine yol açarak, çürüğün önlenmesi ve tedavisi için kalıcı çözüm yolları bulunmasına yardımcı olacaktır. A century of research has provided a comprehensive description of caries initiation and progression. Factors responsible for variation in susceptibility between individuals, however, are not as clearly defined. Are there hereditary factors that modify caries development? Is there a genetic component to caries susceptibility and resistance - and if so, what are the pathways of genetic expression? Researchers have pursued three major approaches in investigation of dental caries and genetics: Familial studies, twin studies and comparative studies of caries-resistant and caries-susceptible people. This report explores genetic components that appear related to caries resistance and susceptibility. Increasing knowledge in this field will lead to identification of individuals at particular risk of denfal decay and will help in planning rational strategies for management and prevention. |
ARAŞTIRMA | |
3. | Setrimit İçeren Klorheksidin Glukonat ve Sodyum Hipokloritin Kanal Temizleyici Aktivitelerinin Karşılaştırmalı Olarak İncelenmesi Comparative Investigation of Root Canal Cleansing Activity of Chlorhexidine Gluconate with Cetrimide and Sodium Hypochlorite Murat Türkün, Bilge Hakan Şen, Özge GülmezSayfalar 23 - 28 Amaç: Bu çalışmada kanal genişletme ve son yıkama solüsyonu olarak kullanılan Cetrexidin (%0,2 klorheksidin glukonat, %0,2 setrimit) ve %5,25'lik sodyum hipokloritin (NaOCI) kanal temizleyici etkinlikleri tarama elektron mikroskobu ile karşılaştırmalı olarak incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Yirmi adet yeni çekilmiş tek köklü üst keser diş, her grupta 4'er diş olacak şekilde 5'e ayrıldı. 1. grupta hem kanal genişletme işlemi sırasında hem de son yıkamada Cetrexidin; 2. grupta kanal genişletmede %5,25'lik NaOCI, son yıkamada Cetrexidin; 3. grupta hem kanal genişletmede hem de son yıkamada %5,25'lik NaOCI kullanıldı. Pozitif kontrol grubunda hem genişletme hem son yıkamada serum fizyolojik kullanılır iken, negatif kontrol grubunda kanallar genişletme sırasında %5,25'lik NaOCI ile ve son olarak ard arda EDTA ve %5,25'lik NaOCI ile yıkandı. Bulgular: Birinci grupta, 2. ve 3. gruplara oranla tüm kanal seviyelerinde daha az debrise rastlandı (p<0,05). Birinci grupta kanalın koroner ve orta 1l3'ünde, 2. ve 3. gruplara oranla daha az smear materyali mevcutlu (p<0,05). Apikal 1l3'te ise tüm gruplarda yoğun smear materyali gözleniyordu (pb0,05). Sonuç: Cetrexidinin; hem kanal genişletme hem de son yıkama solüsyonu olarak kullanıldığında sadece son yıkamada kullanılan Cetrexidin'den ve hem kanal genişletme, hem de son yıkamada kullanılan NaOCl'den daha etkili bir kanal temizliği sağladığı bulunmuştur. Objectives: The purpose of this study was to comparatively investigate the cleansing efficacies of Cetrexidin (0.2% Chlorhexidine gluconate, 0.2% Cetrimide) and sodium hypochlorite (NaOCI) as working solution and final irrigating solution under scanning electron microscope. Methods: Twenty freshly extracted, single-rooted maxiIIaIf anterior teeth were divided info 5 groups of 4 each. In group 1, Cetrexidin was used as both working and final irrigating solutions; in group 2, 5.25 % NaOCI (working solution) and Cetrexidin (final irrigating solution) were used; in group 3, 5.25 % NaOCI was used as both working and final irrigating solutions. While saline solution was used as both working and final irrigating solutions in positive controls, 5.25 % NaOCI (working solution) and EDTA followed by a NaOCI (final irrigating solution) were used in negative controls. Results: At all levels, root canals in group 1 exhibited less debris lhan root canals in groups 2 and 3 (p<0.05). At the coronal and middle third, less smeared material was apparent in group 1 lhan in group 2 and 3 (p<0.05). However, at the apical third, all groups showed heavy amountof smeared material (p<0.05). Conclusion: Cetrexidine which was used as both working and final irrigating solutions produced more effective root canal cleanliness than both Cetrexidine used only as a final irrigating solution and 5.25% NaOCI used as working and final irrigating solutions. |
4. | Kronyomandibular Düzensizliklerin Tedavisinde Düşük Enerjili Lazerin Etkinliğinin araştırılması Investigation of the Efficacy of Low Level Laser Therapy in the Treatment of Craniomandibular Disorders Bülent Gökçe, Ahmet Saraçoğlu, Birgül ÖzpınarSayfalar 29 - 35 Amaç: Düşük enerjili lazerin (LLL Tj ve splint-LLL T kombinasyonunun miyofasiyal rahatsızlıkların ve buna bağlı TME'ye ait bulguların giderilmesindeki etkinliğinin araştırılmasıdır. Yöntem: Kas ile ilgili sorunları olan ve bu sorunlara bağlı TME'ye ait bulgulara sahip bireylerden oluşan 2 gruba önce LLL T uygulandı. TME sorunları olan gruba LLL T'ye ek olarak splint-LLL T kombinasyonu uygulandı. Vizüel analog skala ve klinik incelemelerle her iki gruptaki tedavi etkinliği araştırılmıştır. Bulgular: LLL T kas kökenli rahatsızlıklarda başarılı sonuçlar vermesine karşın TME'ye ait bulguları olan bireylerde yetersiz kalmıştır.S plint-LLL T kombinasyonu ise TME'ye ait bulguların giderilmesinde rahatsızlıklarında başarılı sonuç vermiştir. Sonuç: LLL T doğru endikasyonla kas kökenli rahatsızlıklarda yüksek başarı etkinliğine sahiptir. TME rahatsızlıklarında da splint ile birlikte semptomların giderilmesinde etkili olmuştur. Objectives: The aim was to study the etficacy of low level laser therapy (LLL Tj and splint-LLL T combination in the treatment of myofacial disfunctions and organic disorders of TMJ. Methods: LLL T was applied to two groups with muscular and TMJ disorders. The group having TMJ disorder received splint-LLL T combination therapy. The effectiveness of treatment was studied in both groups by means of visual analogue scale and clinical investigations. Results: Although LLL T presented successful results in disorders of muscle origin, it was inadequate in patients with TMJ disorders. However, splint-LLL T combination was successful in treatment of TMJ disorders. Conclusion: With appropriate indication, LLL T may have a high success in disorders with muscle origin. It may alsa be etfective in eradicating the symptoms in TMJ disorders with the addition of splint. |
5. | Ksilitol ve Sakarozun Karyojenik Etkilerinin Swiss Albino Cinsi Sıçanlarda Bakteriyolojik Olarak İncelenmesi Bacteriological lnvestigation of Cariogenic Effects of Xylitol and Sucrose in Swiss Albino Rats Fahinur Ertuğrul, Rengin Eltem, Bora Altınel AtamanSayfalar 37 - 42 Amaç: Bu çalışmada sakaroz ve ksilitolün karyojenik etkilerinin bakteriyolojik olarak karşılaştırılmasaı amaçlanmıştır. Yöntem: Streptococcus mutans CCUG 6519 serotype c ile inoküle edilen 20 adet Swiss albino cinsi sıçan, 90 gün süresince sakaroz ve ksilitol içeren diyetlerle beslenmişlerdir. Deney periyodu sonunda sıçan dişlerinden plak örnekleri alınarak ekimleri yapılmış ve S. mutans ile toplam bakteri sayıları hesaplanmıştır. Bulgular: Sakarozlu diyetle beslenen gruptan alınan plak örneklerinde S. mutans ve toplam bakteri sayıları, ksilitol ile beslenen gruba göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p Objectives: The aim of the study was to investigate the cariogenic effect of sucrose and xylitol by bacteriological tests. Methods: 20 Swiss albino rats were inoculated by Streptococcus mutans CCUG 6519 serotype c and fed with sucrose-xylitol containing diets for 90 days. Dental plaque samples were collected at the and of the experiment. S. mutans and total bacteria counts were calculated. Results: S. mutans and total bacteria counts in plaque samples were statistically significantly higher in sucrose group than the xylitol group (p<0.001) Conclusion: The results showing that S. mutans counts were tower in xylitol group confirmed that xylitol as a sucrose substitute could not be fermented by S. mutans when added in different percentages. |
6. | Bruksizm Tedavisinde Amitriptilinin Etkinliği The Efficacy of Amitriptyline in the Treatment of Bruxism Ahmet Saraçoğlu, Baybars Veznedaroğlu, Cenk Cura, Fisun AkdenizSayfalar 43 - 48 Amaç: Amitriptilinin bruksizmin tedavisindeki etkinliğinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Bruksizm yakınmasıyla kliniğimize başvuran ya da dental muayene sırasında bruksizme ait semptom ve işaretleri taşıyan bireylere ağız yoluyla amitriptilin verilmiştir. Bu hastalarda bruksizm ve kas ağrısı değişim oranları Vizüel Analog Skala (VAS) ile; ağız açıklığı ise klinik olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Amitriptilinin bruksizmi ve buna bağlı kas ağrısını anlamlı düzeyde azalttığı ya da ortadan kaldırdığı, yine ağız açıklığını anlamlı düzeyde arttırdığı saptanmıştır. Sonuç: Amitriptilinin bruksizm tedavisinde anlamlı düzeyde etkili olduğu belirlenmiştir. Objective: The aim of this study was to investigate the effect of amitriptyline in the treatment of bruxism. Methods: Patients with complaints of bruxism or individuals who were, in the clinical examination, traced to have symptoms and signs of bruxism and muscle pain was assessed by Visual Analog Scale (VAS), and oral opening was evaluated clinically. Results: It has been observed that amitriptyline significantly decreased or eliminated bruxism and the related muscle pain, and increased oral opening. Conclusion: It has been determined that amitriptyline may have a significant effect in the treatment of bruxism. |
7. | Tek Köklü Dişlerde Periodontal Kemik Kaybı Dağılımının Belirlenmesi: Radyolojik Değerlendirme Determination of Periodontal Bone Loss in Single Rooted Teeth: A Radiographic Evaluation Korkud DemirelSayfalar 49 - 52 Amaç: Bu araştırmada hazırlayıcı faktörlerin etkisi altında olmayan diş gruplarında interproksimal bölgelerde alveol kemiği kaybının radyolojik incelenmesi ve periodontal yıkımın daha fazla etkilediği bölgelerin belirlenmesi hedeflenmiştir. Yöntem: 279 hastanın 1667 dişinden elde edilen periapikal radyografilerde tek köklü dişler çevresindeki alveol kemiği yıkımı diş hekimliği kumpası ile ölçülmüş ve diş tiplerine göre değerlendirilmiştir. Sonuçların değerlendirilmesinde çeneler arası karşılaştırmalarda ı-testi,grupların karşılaştırılmasında ise tek yönlü varyans analizi kullanılmıştır. Bulgular: Alt çenede alveol kemiği yıkımının daha fazla olduğu ve diş grupları birbirleri ile karşılaştırıldığında fazla yıkımın keser dişlerinde olduğu ve ardından küçük azıların ve kaninlerin geldiği belirlenmiştir. Sonuç: Diş grupları arasında alveol kemiği kaybı belirgin farklılıklar göstermektedir. Bu fark kök yüzey alanından kaynaklanabilir, ancak araştırmanın sınırları bu varsayımı doğrulayabilecek nitelikte değildir. Objectives: The aim of this study was to evaluate periodontal bone loss in radiographies of single foored teeth free of local factors. Methods: Bone lass around 1667 teeth of 279 patients were determined by a denfal gauge on periapical radiographs. Intermaxiller statistical analysis of bone lass was conducted by ı-test. One way analysis of variance was used to highlight the differences between tooth groups. Results: Periodontal bone lass was observed to be higher in the lower jaw. Incisors showed more bone lass rhan all other tooth groups followed by bicuspids and cuspids. Conclusion: Significant bone loss patterns were observed between tooth groups. Root surface area might be one of the reasons, however, within the limits of this study this hypothesis cannot be investigated. |
8. | Cam İyonomer Simana Komşu Minenin Demineralizasyona Direncinin in vitro Olarak Karşılaştırma The Resistance of Enamel Adjacent to Glass lonomer to Demineralization: An in vitro Investigation Hüseyin Tezel, Tijen Demirci, Timur KöseSayfalar 53 - 58 Amaç: Bu in vitro çalışmanın amacı, cam iyonomer simana komşu minenin, demineralizasyondan ne ölçüde etkilendiğini saptamaktır. Yöntem: Restoratif materyal olarak Ketac-Silver, Chelon-Fil ve Durafil ile çalışıldı. Restorasyonsuz minede oluşturulan demineralizasyon alanları kontrol bölgeleri olarak alındı. Demineralizasyon içın kalsiyum ve fosfat içeren pH 4'de sodyum asetatla tamponlanmışa setik asits olüsyonu kullanıldı.Materyallerin etkileri mikrosertlik ölçümleri yardımıyla karşılaştırıldı. Bulgular: Ketac-Silver'ln restorasyona komşu minede çürük benzeri lezyonları önlemede en iyi restoratif materyal olduğu gözlendi, bunu sırasıyla Chelon-Fil ve Durafi izledi. Bununla birlikte, her üç restorasyona komşu minede, kontrol bölgesine oranla daha yüksek mikrosertlik değerleri elde edildi. Sonuç: Florun demineralizasyonu azaltma ve remineralizasyona katkı açısından önemli bir element olduğu ortadadır. Ancak, bunun yanı sıra materyallerden salınan diğer elementlerin de bu süreçte etkisi olabilir. Objectives: The purpose of this in vitro study was to determine the resistance of enamel adjacent to glass ionomer cements to demineralization. Methods: Ketac-Silver, Chelon-Fil and Durafil were used as restorative materials. Demineralization areas formed in enamel without restoration were taken as control sites. Acetic acid solution buffered with sodium acetate involved calcium and phosphate at pH 4 was used for demineralization. The effects of these materials were compared by microhardness profiles. Results: The results indicated that Ketac-Silver, to a certain extent, was the best material for inhibition of caries-like lesions adjacent to restoration in enamel, followed by Chelon-Fil and Durafil, respectively. However, enamel adjacent to all of these materials gave higher hardness values than control sites. Conclusions: It is clear that flour is an important element for reducing demineralization and increasing remineralization. However, addition to flour, the other elements released from the materials may also be effective in the process. |
9. | Periodontoloji Kliniğine Başvuran Hastalarda Sistemik Hastalıkların Görülme Sıklıkları Frequency of Medical Conditions of Patients in Periodontology Clinic Gülnur EmingilSayfalar 59 - 62 Amaç: Periodontal tedavi öncesi hastanın tıbbi öyküsünün alınması, başarılı olmasını beklediğimiz tedavi planlaması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu araştırmada, periodontoloji kliniğimize başvuran bireylerde var olan tıbbi sorunların sıklıklarını belirlemek ve en sık karşılaştığımız sistemik hastalıkları ortaya koymak amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışma grubunu Ege Üniversitesi Diş hekimliği Fakültesi Periodontoloji Anabilim Dalı kliniğine periodontal tedavi gereksinimi ile başvuran, yaşları 11-82 arasında değişen, 385'i kadın ve 325'i erkek olmak üzere toplam 713 hasta oluşturmuştur. Tüm hestaların tıbbi öyküleri standart anketler aracılığı ile sözlü olarak alınmıştır. Bulgular: Çalışma grubunu oluşturan 713 bireyin 324'ünde (%45,4) sistemik hastalık öyküsünün bulunduğu saptanmıştır. Sistemik hastalıkların sıklığının yaşın artışına paralel olarak artış gösterdiği, 50 yaş ve üzerindeki hastaların %70'den fazlasının sistemik hastalığı olduğu bulunmuştur. Bu hastalıklar arasında en sık rastlanılan sistemik hastalığın kalp-damar hastalıkları (%22,02) olduğu belirlenmiştir. Sık karşılaşılan kalp-damar hastalıkları içerisinde hipertansiyon, en sık (%59,2) rastlanılan hastalık olmuştur. Sistemik hastalıklar arasında, ikinci en sık rastlanılan hastalık ise hepatitlerdir (%11,78). Hepatitli hastaların yaklaşık %70'inin hepatit B taşıyıcısı olduğu saptanmıştır. ilaç alerjileri (%6,45) ve diyabet (%5,61) en sık rastlanılan diğer tıbbi hastalıkları oluşturmuştur. Sonuç: Bu araştırmanın sonuçları, hastanın tıbbi öyküsünün dikkatli bir şekilde alınmasının ve gerektiğinde tıbbi konsültasyon istenerek uygun tedavi planlaması yapılmasının gerekliliğine dikkat çekmektedir. Objectives: Assessing the medical history of patients before any periodontal treatment is a crucial part of the treatmeni The aim of the present study was to examine the frequency of medical conditions in periodontal patients using a self-administrated health questionnaire. Methods: Medical histories were obtained from a total of 713 periodontal patients consisring of 385 female and 325 mele aged 11-82 in Ege University School of Dentistry Department of Periodontology using a standard self-administrated health questionnaire. Results: Of 713 (45.4%) patients examined, 324 reported a positive finding in their medical history, with cardiovascular diseases (22.02%) and hepatitis (11.78%) being the most frequently found medical condilion. Among the cardiovascular diseases, hypertension (59.2%) was observed to be most frequently seen disorder. Drug allergies and diabetes mellitus were other widely found medical disorders in this study group (6.45% and 5.61%, respectively). The frequency of medical conditions was found to increase with increasing age. Conclusion: The results of the present study indicate that a thorough evaluation of the patient's medical history is an essential step in the management of periodontal patient. |
10. | Farklı Yüzey Aktif Maddelerin Mumun Islanabilirliği Üzerine Etkisi The Effect of Different Surfactants on Wettability of Wax Ahmet Saraçoğlu, Cenk Cura, Gökhan YılmazSayfalar 63 - 66 Amaç: Dental mumun ıslanabilirliğinin arttırılması amacıyla kullanılan yüzey aktif maddelerin etkinliği araştırılmıştır. Yöntem: Dişhekimliğinde mumun ıslanabilirliğini arttırmak amacıyla özel olarak geliştirilmiş maddelerden Aurofilm, Smoothex, Dipol ile alkol-deterjan, deterjan türevleri ve alkol karşılaştırılmıştır. Temas açısının ölçülmesinde goniometreden ve sessile drop (yapışık kabarcık) tekniğinden yararlanılmıştır. Ayrıca alkol-deterjan karışımına tam protezlerin mum modelaj yüzeyleri üzerinde denenerek akril yüzeyinin kalitesine etkisi değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmada kullanılan yüzey aktif maddelerin tümü mumun ıslanabilirliğini anlamlı oranda değiştirmişlerdir (p Objectives: The purpose is to study the effect of surfactants which are used to increase the wettability of denfal wax. Methods: Materials that are particularly developed in dentistry in order to increase the wettability of wax (Aurofilm, Seoothex, Dipol) are compared with alcohol and detergent derivatives and mixtures. Goniometer and sessite drop technique were utilised to measure the contact angle. Moreover, an alcohol-detergent mixture was fesred on complete dentures and its effect on; surface quality was evaIuated. Results: All the surfactants used in the study have significantly changed the wettability of wax (p |
11. | Çürük Tespit Boyalarının Güvenirliliği Reliability of Caries Detector Dyes Tijen Demirci, Ayşegül Demirbaş Kaya, Murat TürkünSayfalar 67 - 72 Amaç: Bu çalışmanın amacı, kavite hazırlanması sırasında çürük tespiti için kullanılan boyaların birbirlerinden farklı olup olmadıkları ve geleneksel çürük tespit kriterleri ile paralel sonuçlar gösterip göstermediklerini in vitro ve in vivo olarak araştırmaktı Gereç ve Yöntem: Bu çalışma in vitro ve in vivo olmak üzere iki bölümde planlanmıştır. In vitro bölümde ticari isimleri Acid Red, Quadrant ve Sable Seekolan üç çürük tespit boyası ile, tarafımızdan hazırlanan %0,5'lik bazik fuksin, toplam 40 adet çekilmiş çürük diş üzerinde denenmiştir. In vivo bölüm üç ticari boyanın toplam 60 hasta üzerinde denenmesi ile gerçekleştirilmiştiır. Her iki bölümde de boyalar, kaviteleri boyama özelliklerine göre skorlanmış ve kavitelerin mine dentin sınırlarının boyanıp boyanmadığı kaydedilmiştir. Sonuçların istatistiksel değerlendirilmesi Kruskal-Wallis ve Mann-Whitney U testleri kullanılarak yapılmıştır. Bulgular: In vitro bölümde bazik fuksin diğer boyalardan farklı olarak yaygın ve yoğun boyama özelliği gösterirken diğer üç ticari boya arasında boyama özellikleri açısından fark saptanamamıştır (pb0,05). in vivo bölümde de üç boya birbirinden farksızdı (pb0,05). Tartışma ve Sonuç: Konvansiyonel yöntemler kullanılarak çürüksüz olduğuna karar verilen kaviteler çürük tespit boyaları ile boyanmaktadır. Boyanan bölgelerdeki dentinin mikrobiyal dağılımı geliştirilen bakteriyel analiz yöntemleri ile yenide kontrol edilmelidir. Ayrıca çürük tespit boyaları, bakterileri ya da yalnızca çürüğe özgü bir son ürünü boyayacak şekilde geliştirilmelidir. Objectives: The purpose of this in vitro and in vivo study was to evaluate the differences between the dres used for detectian of caries during cavity preparation and to find out whether they would present paralfet results with that of conventional criteria. Methods: This study was organized in two parts; as in vitro and in vivo. In the in vitro part of the study, three caries detector dres, commercialfy available as Acid Red, Ouadrant and Sable Seek were compared, together with laboratory made %0.5 basic fuchsin, on forty extracted teeth with caries. The in vivo part was accomplished using three commercialfy available dres on sixtypatients. In both parts, dres were scored depending on their staining properties and dyesstained enamel denline junction of the cavities were recorded. The results were analysed by utilizing Kruskal-Walfis and Mann-Whitney U tests. Results: In the in vitro part, white basic fuchsin showed an extensive and concentrated staining, the other three dres were not different from each other in their staining properties (pb0.05). In the in vivo part of the study, it was found that three dres did not display any significant difference from each other (pb0.05). Conclusion: The cavities, decided via conventional criteria to be free from caries were stained with caries detector dres. The microbial disturibution of the stained region has to be re-examined via developed bacterial analysis techniques. Additionaly, the caries detecra, dres have to be developed to stain either bacteria or the specific degradation products during the caries process. |
12. | Bruksizmin Tedavisinde Stabilizasyon Splintinin Başarısının Kas Aktivitesi Asimetri İndeksi İle Değerlendirilmesi Assessment of the Efficacy of Stabilisation Splint in the Treatment of Bruxism by Asymmetry Index of Muscle Activity Ahmet Saraçoğlu, Murat Pehlivan, Birgül Özpınar, Gürbüz ÇelebiSayfalar 73 - 78 Amaç: Bu çalışmada bruksizmin tedavisinde kullanılan stabilizasyon tipi splintin etkinliğinin elektromyografik (EMG) olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Bruksizmli 20 hastada splint tedavisi öncesi ve sonrasında masseter kasından EMG ölçümleri yapılmıştır. EMG i sonuçlarının standardize edilememesi ile ilgili sorunun aşılmasında asimetri indeksinden yararlanılmıştır. Bulgular: Splint tedavisi sonrasında sağ ve sol kas aktiviteleri,arasındaki farkın (asimetri) azaldığı ya da tümüyle ortada kalktığı saptanmıştır. Sonuç: Bruksizmin tedavisinde aşırı kas aktivitelerinin ortadan kaldırılması amacıyla stabilizasyon tipi splintin kullanımı oldukça başarılı sonuçlar vermektedir. Tedavi sonrası asimetri indeksi değerlerinin tedavi öncesi değerlerden daha düşük olması sağ ve sol masseter kaslarında dengenin kurulduğunu göstermektedir. Objectives: The sim of this study was to assess electromyographically (EMG) the efficacy of stabilization splint in the treatment of bruxism. Methods: EMG activities of the masseter muscles were recorded in 20 patients with bruxism before and after splint treatment. EMG standardization problem was alleviated by use of an activity asymmetry index. Results: it has been found that the difference between right and left muscle activities decreased or completely disappeered after the splint treatment. Conclusion: Utilisation of a stabilization splint in the treatment of bruxism in order to remove excessive muscle activity has been proven successfully. Post-treatment asymmetry index values tower than pre-treatment values indicate that a talanca has been established between the right and the left masseter muscle activites. |
OLGU SUNUMU | |
13. | Localized Aggressive Periodontitis in a Patient with Type I Diabetes Mellitus A Case Report Tip I Diyabetli Lokalize Agresif Peridontitis Olgu Raporu Gülnur Emingil, Şükran Darcan, Gül Atilla, Güzide AksuSayfalar 79 - 84 Amaç: Diyabetli hastalarda periodontal hastalık oluşma riskinin ve hastalığın şiddetinin daha fazla olduğu bilinmektedir. Bu raporun amacı Tip I diyabetli 15 yaşında lokalize agresif periodontitisli erkek olgunun klinik, radyografik ve laboratuvar bulgularının sunulmasıdır. Yöntem: Olgunun klinik, radyografik ve tıbbi muayenesi yapılmış, periferik kan analizleri değerlendirilmiştir. Periodontal tedavisi yapılmış ve açlık kan şekeri kontrol altına alınmıştır. Hasta kontrolleri için idame tedavisi programına alınmıştır. Bulgular: Klinik muayenede, alt ve üst çene keser dişler ve üst çene sağ birinci molar diş çevresinde ileri derecede periodontal yıkımlar saptanmıştır. Radyografik olarak özellikle birinci ve ikinci keser dişler çevresinde horizontal kemik kaybı ve üst sağ birinci molar dişin mezyalinde açılı kemik defekti izlenmiştir. Tıbbi anamnez ve muayenede 3 yaşında diyabet teşhisi konulan olgunun 12 yıldır yetersiz izlem ve tedavi altında olduğu belirlenmiştir. Hiperglisemi ve hipomagnesemi dışında olgunun rutin kae analiz sonuçları normal sınırlar içerisinde bulunmuştur. Olgunun periferik kan nötrofil ve monositlerinin fagobörst aktivitelerinin normal sınırlar içerisinde olduğu, periferik kan mononükleer hücre alt gruplarının miktarlarının sağlıklı kontrol grubununkine benzediği saptanmıştır. Olgunun HLA fenotipi A1, A23(9), 835, 8w6, HLA-CW4, HLA-CW6, DR1, DR17, DR52, DQ6 olarak belirlenmiştir. Sonuç: Bu olgunun incelenen konak savunma mekanizmalarında herhangi bir bozukluk saptanmamıştır. Elde edilen veriler, diyabet ve periodontal hastalık ilişkisinde başka moleküler mekanizmaların ve genetik faktörlerin rolü olabileceğini akla getirmektedir. Objectives: Poor metabolic control of diabetes mellitus has often been associated with the severity of periodontal disease. The aim of this report was to present a 15 year-old male with localized aggressive periodontilis who had a history of Type i DM. Methods: The patient had received medical, clinical, and radiographic periodontal examination. In addition, peripheral blood analysis was done as well. He had a non-surgical periodontal treatment, and medical management of his diabetes was performed at the same time. Results: Clinical evaluation revealed severe periodontal breakdown around upper and tower incisor teeth, and upper right first molar tooth. Radiographic examination showed localized severe alveolar bone loss around upper and tower incisor teeth, and upper right first molar tooth. Medical examination revealed no pathological findings except for growth retardation, defared puberty, and limited joint mobililyo Laboratory tests showed that his diabetes was poorly controlled. The phagoburst activities of neutrophil and monocytes and the relative amount of peripheral blood mononuclear cells were found to be normal. The HLA phenotype of the patient was A1, A23(9), B35, Bw6, HLA-CW4, HLA-CW6, OR1, OR1?, OR52, 006. Conclusions: In the present case report, no outstanding defects could be detected in the host defense mechanisms of the patient. These findings suggest that other molecular mechanisms and genetic factors might play a role in the pathogenesis of localized aggressive periodontitis associated with Type i diabetes. |
14. | Çocukluk ve Gençlik Dönemindeki Hipodonti ve Hipoplazi Olgularına Protetik Yaklaşımlar Prosthetic Considerations in Cases of Hypodontia and Hypoplasia in Children and Adolescents Cenk Cura, Ece KoparalSayfalar 85 - 89 Çocukluk ve gençlik döneminde hipodonti, hipoplazi gibi gelişim bozukluğu saptanmış olgularda, ağız şemalarının çok değişiklik göstermesi, protetik tedavi planlamasının bireysel olarak ele alınmasını gerektirmektedir. Çalışmada ağızdaki dişlerin konus kuron şeklinde hazırlandığı, üst yapının akrilik rezin tam protez olarak yapıldığı, overdenture sistemi ile tedavi edilmiş biri odontodisplazi, diğeri anhidrotik ektodermal displazi tanısı konmuş iki olgu sunulmaktadır.Teleskopik sistemin sekonderleri, akrilden oluşturulmuştur. Böylece genç hastanın değişen çene boyutu ve dış sayısına gore protezin değiştirilebilmesine olanak sağlanmıştır. Sonuç artık, hipodonti veya gelişim bozukluğu gösteren genç hastaların, protetik rehabilitasyonlarında teleskopik overdenture'ların iyi bir alternatif olduğu düşünülmektedir. Prosthetic treatment has to be individually planned for children and adolescents with hypodontia or hypoplasia since their dental status shows many variations. The study presents two cases (one with odontodysplasia and the other with non-hydrotic ectodermal dysplasia) treated with conus crowns and acrylic resin complete denture. The secondary part of the telescopic system was prepared using acrylic resin. This gives the opportunity to make further changes according to the changing size of the jaw and tooth number of a young patient. As a conclusion, telescopic overdenture type prosthesis is a good alternative to treat young patients with hypodontia or structural disturbances. |